Öfkemle sevgim arasında yaşıyorum
Elinde, 13 Şubat tarihli Hürriyet Gazetesi'nin eki... ‘‘Bak’’ diyor, ‘‘Şu okuma kitabının kapağına. İhap Hulusi'nin hazırladığı kapaktaki çocuk benim. O tarihte babam Hasan Ali Yücel, henüz Orta Eğitim Umum Müdürü'ydü.’’
Can Yücel'in, yaşamını paylaştığı hayat arkadaşı Güler Yücel'le iki yıl önce yerleşmeye karar verdiği Datça'dayız.
Yıllar geçmiş aradan. Kapaktaki çocuk, şimdi karşımda oturuyor. Geçen yıllar içinde, ‘‘Hem beladır, hem mevla’’ diye tanımladığı şiirleriyle nice çocuk büyüdü. O ise şimdi yaşlı bir çınar. Ama ne çınar!
Okurları, sevenleri, dostları, ‘‘Acaba şimdi hangi şiiri yazıyordur?’’ diye düşünürken; ‘‘Boğuştuğu hastalığı hangi aşamadadır?’’ derken, o, ÖDP'nin (Özgürlük ve Dayanışma Partisi) İzmir 1'inci Bölge'den milletvekili adayı olduğunu açıkladı. Sakalını kesmiş. Çenesinde bir tutam bırakmış yalnızca. Bir de, gırtlağını etkileyen kanser, tükürük bezlerini almış Can Yücel'in. Işın tedavisi sağlam hücrelerini de etkilemiş. Sık sık sıvı almazsa, konuşmakta güçlük çekiyor.
Hastalığı sırasında kanser üzerine öylesine kafa yormuş ki Yücel, sonunda gırtlağına yerleşen kanserle, Türk siyaseti arasında bağlantı kurmuş. Türk siyasetinin de kanserli olduğu görüşünde Yücel. Tek farkla... Yücel, gereken önlemleri aldı, tedavi oldu ve gırtlağındaki kanser kontrol altına alındı. Bu bir mucize. Yücel, gereken önlemler alınırsa aynı mucizenin Türk siyasetinin de iyileşeceğine ilişkin umudunu koruyor.
Can Yücel meclise girerse ne olur?
- Dayak yer. (Gülerek)
Yine de girer ama değil mi?
- Benim ne kadar yaşayacağım belli değil. Hani barajı faraza geçtik diyelim. Ben dört sene görev göremeyeceğim bir koltuğu işgal etmem.
Şair Can Yücel, nasıl oldu da siyasete girmeye karar verdi?
- Babam Hasan Ali Yücel, bir dönemin Milli Eğitim Bakanı'ydı. Zaten siyasetin içine doğmuştum. Sonra 1960'lı yıllarda, TİP'in yönetim kurulu üyeliğini yaptım.
Türk toplumunun bünyesiyle, hastalığınız arasında bağlantı kuruyorsunuz.
- Kanser, bir dokunun içindeki hücrelerin, marazi bir şekilde bölünerek çoğalmasından baş veren bir tümör oluşumudur. Türk toplumu bünyesinin, kanserli olduğunun ilk ipucu Susurluk kazasıdır. Kaza sonrası elde edilen biyopsi raporu, kamuya ve adalete tahrif edilerek arzedildi. Şimdi bunu anarken bile içim cızlıyor. Habis ve bölünerek çoğalan birtakım hücreler, faal haldeler. Mafyayla, gizli istihbarat örgütleriyle birliktelik içindeler ve durmadan çoğalıyorlar. Bünye gitgide zayıflıyor, güçten düşüyor. Bünye ölüm tehlikesiyle karşı karşıya. Biz, yani toplumun duyarlı üyeleri, ‘‘Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık’’ kampanyasıyla, bu habis urun üzerine gidilmesini, aydınlık yoluyla bir şua (ışın) tedavisinden geçirilmesini istedik. Hatta dayattık. Ulusal bilince ve bulunca (vicdana) sahip insanların, bu canhıraş girişimi, sayın Demirel'in ‘‘Saçma sapan işlerle uğraşmayın’’ ve yere bakan yürek yakan Erbakan'ın ‘‘Glu-glu dansı yapıyorlar!’’ sözleriyle karşılandı. Ve habis ur büyümeyi sürdürüyor.
‘‘AMA’’LI ANAYASA
Türkiye'ye kanser nasıl musallat oldu?
- Kanser hücrelerinin, şimdilik 100 kadarı belirlenmiş. Kanımca bizim toplum bünyemize musallat olan Turgut Özal türü. Bu kanserli siyaset, Kurtuluş Savaşı'yla kurduğumuz Ulusal Devleti tasfiye ederek, Türk devlet yapısını kapitalist ve emperyalist kampa dönüştürmektir. Bir de, Turgut Özal türünü seçen 12 Eylül darbesinin getirdiği Yamuk Anayasa'ya bir göz atmak yeterli. Bu belgenin özelliği, başta bitakım haklar verip, sonra ‘Ama’ diye başlayan bir fıkrayla, o hakları kısıtlamak hatta yasaklamak. Onun için bu Anayasa, bir Anayasa olmaktan ziyade, ‘‘Ama’’lı Yasa dır. Bu balyoz harekatı, susturma, kitleyi gayri siyasallaştırma ve depolitize etme sürecini başlattı.
Sonuçta hangi noktaya gelindi?
- Sonuç ortada. Gelir dağılımı feci. Yurttaşın yüzde 20'si milli gelirin yüzde 60'ını; yüzde 80'i de yüzde 40'ını kazanıyor. Devlet gırtlağına kadar iç ve dış borç içinde. Halk besin olarak tarhana değil, 'borç' çorbası içiyor. Sosyal hizmet ödenekleri bakımından kuşa döndürüldü. Faizler borcu kızıştırmak için alabildiğine fırladı. Dış politika dışa bağımlı hale geldi, frenkçesiyle 'kapitüle' oldu. Şimdi soru şu: ‘‘Üstlerimiz kimin üstünde?’’
Çizdiğiniz kanserli bünye karşısında, ÖDP hangi çözümleri öneriyor?
- Ondan önce karşımızdaki engellerden söz edeyim. Bunlardan ilki çoğunluğun gayri siyasallaşması. Mesut Yılmaz buna ‘‘Sessiz çoğunluk’’ diyor. Oysa bu çoğunluk sessiz değil, susturulmuş çoğunluk. Şunun şurasında memurun, işçinin, çiftçinin, aydının; yazılı, çizili hangi eylemi güvenlik güçlerince durdurulmadı? Gözaltında kayıp çocuklarının -kendilerini olmasa da- haklarını arayan anaların analığına, sanki gözlerinde akmadık yaş kalmışçasına zabıta tarafından göz yaşartıcı bomba atılıyor. İkinci engel ise laik ve mürteci çelişkisi konusu. Gerek Refah, gerekse Fazilet Partisi; mazlum sıfatıyla tepki oylarını hiç durmadan artırıyor. Dara düşen Allah'a sarılır. Onun için FP’de Kuyudibi'nde yaşayan varoş oylarını da Güneydoğu desteğini de korkarız ki toplayacaktır. Alınacak önlem, dardaki yurttaşlarımıza umut vermek, yol açmak, onlara işiyle, aşıyla, eşiyle yeryüzünde yaşanabildiğini anlatmaktır. Yoksa öbür dünyada cennette yaşamak için, FP'ye oy vermenin hiçbir anlamı yok.
Peki bunlar olurken Türk solu ne yaptı?
- Türk siyasası 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle çolak bırakıldı. Türk solu da siyasa dışı -cezaevi içi kılındı. Bu durum Türkiye siyasasının, temsili demokrasinin ana özrüdür. Çünkü Türkiye'de temsili demokrasi, bir demokrasi temsil'i ve tiyatrosudur. Gerçek solu olmayan bir demokrasi. O, sola köstek olmak için, hiç de sol olmayan sosyal demokrat partiler; büsbütün sağa kaydırıldı ve geleceğimizi düzen, bu düzene uyumlu hale getirdi.
Seçilirseniz, siz de o koltuklarda oturacaksınız.
- Ben o koltuklara oturmak için bu işe atılmadım.
‘BARAJ YÜZDE 25 OLSUN’
ÖDP barajı aşabilecek mi?
- Bunu göreceğiz. Ama bence yüzde 10 baraj az. Bunu yüzde 25'e çıkarmak gerekir. O zaman kimse o koltuklara oturamaz. Sen sağ ben selamet.
ÖDP nasıl bir seçim çalışması yürütecek?
- ÖDP'nin amacı, işi, görevi şu baştakilerin Adem-i'lerin iktidarına özenmek değil. Bir parti olduğu kadar, geniş bir hareket olarak bu düzenin, bu kanserli bünyenin acısını çeken yüzde 80'i hak istemeye, kendi alın yazılarına sahip çıkmaya çağırmaktır. Bu düzenden şikayetçi kim varsa, dayanışma partisiyle birlikte, birbiriyle dayanışarak ve kendi kaderine sahip çıkmanın sevinci, neşesi, türküsü, marşıyla gerçek özgürlüğe doğru yürüyecek. Kadınlarımızla birlikte, işçimiz, çiftçimiz, memurumuz, yeşilcimiz, cinsel tercihleri yüzünden toplum dışı kılınanlar, bıkkınlık getirmiş oy vermemeye kararlı seçmenler ve artık kararlı olmaları gereken kararsızlarla birlikte bu memleketin yüreği yeniden gümlemeye, çarpmaya başlayacak.
Mecliste kimler olmalı?
- Meclise, aydın sıfatındaki kişiler lazım. İşçiden, köylüden yetişmiş, ağzı laf yapan, memleket gerçeğini anlayan olgunluğa varmış insanlar ortaya çıksın.
Öfkeli misiniz?
- Benim şiirimde de, siyasetimde de hakim iki unsur var. Bu iki unsurun çelişkisi ve sentezi, bana yaşama gücü veriyor. Olup bitene ve olup bitenin sorumlularına karşı öfke; olması gerekene, olabileceğe ve onu getirecek olan büyük emekçi ve aydın kitlelerine sevgi... Öfke ve sevgi arasında çırpınan bir çelişkinin içinde yaşıyorum ben. Şiirlerimle de, siyasamla da, bana enerji, akıl ve yaşama sevinci veren şey, öfkeyle sevincin çelişkisi.
Kanserli bir toplum yapısı çizdiniz. Bu yapıda umuda yer var mı?
- Hiçbir zaman umudumu kaybetmedim. İnsanlıktan umut kesmem. İnsan, zaman zaman iyimserlik ya da karamsarlık duyabilir. Fakat, insanla ilgili aşağı yukarı bütün gerçekler içinde bir tansık, bir mucize var. Yaşamamız, insanın ortaya çıkması bir mucize. Bu mucize, umudu getiriyor. Ama umut durduğu yerde olmaz. Kazanarak, çalışarak, savaşarak edinilir. Umudun olmadığı yerde insan 'Herkes koyun gibi kendi bacağından asılır' diyerek, enayi gibi kendini, yaşamayı askıya alır, geberip gider. Cennete mi göçer, cehenneme mi göçer, orası Refahı ilgilendirir.
O zaman şöyle soralım. Türkiye'nin umudu hangi mucizeye bağlı?
- Mucize aslında bir gerçeklik. Atatürk'ün Ulusal Devleti'ni, emekçi katılımlı; sosyal hizmetleri adeta 'insanlık indi' gibi gören bir devleti başa getirmeyle mucize sağlanabilir. Eğitime, sağlık hizmetlerine, beslenmeye önem veren; güzel, sağlıklı, boylu poslu, güzel kuşaklar yetiştirmek gerek. Çünkü hiçbir insan temelde kötü olarak doğmaz. Sonradan boku çıkar.
Türk Karı Kuvvetleri ileri
Can Yücel, milletvekili adayı olduğu ÖDP'nin, kadına verdiği önemi de vurgulamadan geçemiyor, sohbet sırasında. Kendi dilinde çağrıda bulunuyor kadınlara: ‘‘Başta ezilen Türk karı kuvvetleri olmak üzere ileri!’’
Ancak Yücel; Çiller, Akşener gibi kadın siyasetçileri bu çağrının dışında tutuyor. Yücel'e göre, ‘‘Gerek Çiller, gerek Meral (Akşener) gerek (Gülay) Aslıtürk gibi hanımlar, kadınlarımızın siyasaya katılma istemlerinin haklılığına, çevirdikleri işlerle ve çalıp çırptıklarıyla gölge düşürmüş yüz karalarıdır.’’
Yücel'in kafasındaki kadın siyasetçiler çeşitli özellikleriyle de ayrılıyor birbirinden. İmren Aykut, Işılay Saygın gibi siyasetçi kadınları ayrı tutuyor, örneğin Çiller, Akşener gibi siyasetçilerden. İşte Yücel'in gözünde onları diğerlerinden ayıran önemli farklar:
‘‘Birinci farkları ufak tefek çırpmaları olabilir ama Çiller gibi vurguncu değiller. İkincisi de, onlar partinin örgüt kademelerinden yetişmişler. Politikayı biliyorlar. Bu durum karşısında olumsuz bazı özellikler yüklenmişler. Parti dalaveresini gayet iyi bilmek, yalan söylemek, dalaverelere boyun eğmek ve bir bakıma erkek politikacı haline gelmek.’’
‘‘Onları erkek politikacılardan ayıran bir özellik yok o zaman?’’ diye sorunca da aklına Işılay Saygın geliyor Yücel'in, ‘‘Hele Işılay Saygın'ın büsbütün yok. Çünkü kadınlığı yok.’’
Hürriyet'e özel Can Yücel şiiri
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Türk, öğün, çalış, güven! demiş a,
Şimdilerde çalışan parasız, pulsuz
Çalışıyor paralıya,
Güvenen varsa, parasına güveniyor,
Üstyanı, öğün babam öğün!
Dövün babam dövün!
saygıyla anıyorum can yücel,i kendisi saygı duydugum bir insan.
YanıtlaSil