Hizbullah denildiğinde akıllara gelen faili meçhul cinayetler, domuz bağlarıyla öldürülen kurbanlar ve mezarevler... Bir de 17 ocak 2000'de İstanbul Beykoz'daki bir villaya düzenlenen baskın. O baskında öldürülen Hüseyin Velioğlu. 2000'den bu yana Hizbullah'ın sesi sedası çıkmadı. Ama şimdi Hizbullah yeniden sahnede. 17 ocak 2000'de resmi ağızlar 'hizbullah' bitme noktasına geldi diyordu. Kamuoyu şaşkın...
Lider kadrosunun da aralarında bulunduğu 21 kişinin tahliye edilip, kayıplara karışmasının şaşkınlığı sürerken, Hizbullah avukatları, kendisine yakın dernekler ve yayın organları aracılığıyla TBMM’yi işaret ediyor… Ediyor ama kırmızı çizgilerinin altını da çizmeyi ihmal etmeden. O kırmızı çizgilerin ne olduğunu, camianın neden TBMM’ye girmek istediğini, silahların bırakılıp bırakılmadığını cemaatin önde gelen isimlerine sorduk.
Ve Kendisine siyasi arenada yer arayan ve bu güne dek kapılarını sıkı sıkıya kapalı tutan cemaat, kapılarını ilk kez açtı.
GÖKSEL GÖKSU
hizbullah ana dava avukatlarından Sıdgı Zilan kamuoyunun yakından tanıdığı tek isim…
dün de konuşuyordu bu gün de konuşuyor. Ama dünden farklı olarak bu gün ilk kez
‘demokrasi’ diyor, ‘siyasi parti’ diyor, "biz isteriz ki kürdistan’da da demokrasi yerleşsin. demokrasinin olabilmesi için birden fazla aktöre ihtiyaç vardır. bu ihtiyacı da karşılayabilecek şu anda hizbullah'tır, ilim grubu’dur" sözleriyle de adres belirtiyor. bu sözler hizbullah’ın ve ilim grubu’nun güneydoğu’da bdp ve gülen cemaati’nden sonra üçüncü aktör olarak sahneye çıkacağının habercisi…
bu gün “domuz bağı diye bir olay yok, bir tek fotoğraf gösteremezsiniz” diyor ama cinayetleri de reddetmiyorlar… reddetmek bir yana mustazaf-der genel başkanı hüseyin yılmaz, “bahsettiğimiz ölümlerin bir kısmı sıradan insanlar değil. örgüt mantığı içinde, örgüte ihanet eden insanlar bunlar.” derken hem cinayetleri doğruluyor hem de aslında cinayetlerin cemaatte nasıl meşruiyet kazandığına açıklık getiriyor. diğer yandan da ısrarla cinayetlerin perde arkasını aydınlatacak 2 bin 500 sorgu kasetinin ortaya çıkmasını istiyor. çünkü o sorgular sayesinde kimi devlet görevlilerinin örgüt içine nasıl sızdığının açığa çıkacağına ve o ölümlerin bu yolla meşruiyet kazanacağına inanıyorlar. hüseyin yılmaz’ın sözlerinde olduğu gibi:
“ifadelerine bakıldığında bu insanlar kendi arkadaşına ihanet etmiş ki bu bütün örgütlerde örgüt mantığıyla bakıldığında kendisine ihanet edeni hiçbir örgüt affetmiyor, devlet de affetmiyor nihayetinde vatana ihanet kanunu var yani."
gonca kuriş neden öldürüldü?
hizbullah’a ait 2 bin 500 sorgu kaseti var. gonca kuriş de o isimlerden biri… mustazaf-der genel başkanı ve hizbullah anadava avukatlarından hüseyin yılmaz, kuriş’in öldürülmeden önce hizbullah tarafından yapılan sorgusunda, özel harp dairesi adına çalıştığını ve toplumda İslami konuları sulandırmayı hedeflediklerini söylüyor: “28 şubat sürecinde, yaşar nuri (öztürk), zekeriya beyaz, nevra sezerli gibi isimler... ‘bizi özel harp dairesi’ne diyor ‘genel kurmay çağırdı. orada bize brifing verdi. dedi ki, sizin vazifeniz, amacınız, toplumda islami bilgileri islami konuları sulandırmak’. yani kuriş, islami değerlere zarar verdiği için öldürülmüş…
hüseyin yılmaz, “hizbullah’ın kendisine biçtiği misyon toplumdaki yozlaşmanın önüne geçmek ve toplumu ıslah etmek mi” sorusuna “misyonu vardı tabi” cevabını veriyor ve devam ediyor:
"hizbullah ne yaptı? fuhuş yapanlara yöneldi. sokak aralarında fuhuş yapan kadınları tehdit etti, devam edenleri kendi deyimiyle bir şekilde cezalandırdı, bıçakladı. hırsızlık çetelerinin ele başılarını da. sebebi de şu. camilere gelen çocukları cami önlerinden alıp çetelerine dahil etmek için zorluyor ve camiye gitmelerini engellemeye çalışıyor. böyle yaptığı için bu şebekeler uyarılmış, -yine ifadelerde geçiyor- buna rağmen bu işi devam ettiren şebekelerin ele başılarını bu dönemde hizbullah, birkaç saldırı da onlara oldu. böyle bir dönemi oldu hizbullah'ın"
bu gün ne istiyorlar?
doğru haber gazetesi genel yayın yönetmeni mehmet göktaş nihai isteklerini "benim özlemim sizin kapanmanızdır” sözleriyle özetliyor. ve ekliyor “ama isteyerek severek...”
göktaş, anadolu’yu karış karış gezen, mitinglerde onbinlere seslenen giyimiyle, sakalıyla bu gün “mustazaflar hareketi” olarak adlandırılan camianın saygın isimlerinden. harekete 2001 yılından itibaren katıldığını söylüyor. eski müftülerden. “peki diyelim ki iktidara geldiniz? kadınların örtünmeyi istemelerini nasıl sağlayacaksınız?” sorusuna verdiği cevap, kadınlar açısından çok düşündürücü:
“bizim görevimiz anlatmak. anlatırız o kadar, zaten bu gün de anlatıyoruz. ha o gün nasıl anlatırız? belki biraz daha imkanlarımız olabilir"
göktaş’ın sözleri düşündürücü çünkü , 1979 yılında yola çıkanların talepleri de çok farklı değildi... zira hüseyin yılmaz’a göre hizbullah pkk'nın dayatması sonucu silaha sarıldı. eğer pkk olmasaydı müslüman kardeşler -ihvan-ı müslümin çizgisinde olan bir yapıdan gelen hizbullah, iran'ın devrimi ve kültürünü de karıştırıp, halk ayaklanması şeklinde bir devrim düşünüyordu. Üstelik silahsız!
"halk devrimi, halkın sokağa dökülmesiyle gerçekleşecek bir devrim. İran nasıl yaptı bunu? Askerle, polisle çatışmadı. Halkı bilinçlendirdi, sonunda halk sokağa döküldü. Halkla hiç kimse mücadele edemez. En mükemmel ordu bile halkla mücadele edemez."
nasıl örgütleniyorlar?
hizbullah'ın talebi dün de aynıydı, bu gün de aynı.
bu gün adını kendisine yakın stk’larla yürütse de stk’ların ortak faliyet alanı islamiyeti yaygınlaştırmak ve insanların İslama uygun yaşamalarını sağlamak… birden çok dernek levhası sayesinde de kapatılma ihtimaline karşı önlemlerini almış durumdalar.
bu tesbiti "şu anda yapılan araştırmaya göre yüzlerce dernek kuruldu. bunların büyük kısmı müstakil. çünkü baktılar ki biri kapatılınca hepsi kapatılıyor, hepsi müstakil... isimleri de ayrı. bu bir gizlilik değil. beş liraya bakar bu. levha, boya bu kadardır. insanları kapatamadıktan sonra, susturamadıktan sonra dernek dediğiniz ne ki bir daha kurulur" sözleriyle mehmet göktaş da doğruluyor.
peygamber sevdalıları platformu adı altında toplanan bu dernekler arasında en güçlü olanı mustazaf-der. kendilerine “mustazaflar –mazlumlar- hareketi” diyorlar. ancak yine mustazaf-der adını taşıyor olsa da batman'daki yapılanma hepsinden ayrı. “onlar sizden farklı denildiğinde diğerlerinin ağzından çıkan sözler aynı. “daha mı sertler?” diyorlar.
evet, gerçekten de daha sert ve daha katı bir üslupları var. göktaş, batman’ın diyarbakır’la yarış halinde olduğunu söylüyor ve gülümser bir ifadeyle “bu işin kökenlerinden birisi batman tabi..." diyerek bu yarışı onayladığını belli ediyor.
adı: batman mustazaf-der insan haklarını koruma, gençlik, eğitim, kültür ve dayanışma derneği. ...
batman’ın diyarbakır’dan farklı olduğu daha kapıdan girerken kendini gösteriyor. giyimleriyle de davranışlarıyla da farklılar. “bu kapının ilk kez size açıldığının idrakinde olduğunuzu tahmin ediyoruz” diyerek başlıyorlar söze. diğer tüm dernek ve gazete binalarında olduğu gibi içerde mescid havası hakim. hemen hepsinde olduğu gibi burada da ayakkabılar çıkarılıyor. ama ilk kez burada dernek başkanı abdurrahman cens'in bir bakışıyla röportaj öncesinde aramıza bir sehpa yerleştiriliyor.
her şeyin bir muamma olduğu perde kendilerini tanıtmalarını istememle birlikte aralanıyor.
"bizleri tanımak isteyenler bu süreç içinde yaptığımız etkinliklere baksınlar. bizleri tanımak isteyenler buradaki hizmetlerimize bir baksınlar." diyerek başlıyor sözlerine abdurrahman cens. sonra da batman’da nasıl bir yapılanma olduğunu anlatmaya başlıyor:
"bizim çok farklı komisyonlarımız var. mesela sulh ve uzlaşı komisyonumuz var. buna müracat eden kan davalı taraflar var. eşiyle, çocuğuyla problemli insanlar var. alacak verecek meseleleri var. bunların bir uzlaşmaya varması için bize müracaat ediyorlar. bizler bir karşılık beklemeden ücret almadan elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. ayrıca fıkıh komisyonumuz, taziye komisyonumuz, ziyaret komisyonumuz, ilim araştırma komisyonumuz var"
kendilerine biçtikleri misyonu da “Biz insanlığın bütün sorunlarının çözümünü islamın öğretilerinde buluyoruz. bunu şöyle anlamayalım, ‘ben müslümanım’ demekle sorunlar hallolmuyor. islami bir yaşam yaşamak. bir ilacı cebinizde taşımakla nasıl olmuyorsa siz İslamın güzel ahlakını yaşamadan, çözüme ulaşamazsınız, sıkıntıdan kurtulamazsınız. bizim dernek olarak en büyük amacımız. islamın tanınması, islamın yaşanması, islamın anlaşılması." sözleriyle özetliyor.
batman duruşuyla ve ismiyle diğerlerinden farklı olsa da, etkinlikler hemen her dernekte aynı.
cemaat içinde bütünüyle İslami kurallar uygulanıyor, sorunlar o kurallar çerçevesinde çözülüyor. geniş katılımlı mitinglere imza atılıyor, yoksullara gıda yardımında bulunuluyor, düğün ve cenazelere katılınıyor, kadınlar ve erkekler etkinliklerini ayrı mekanlarda yürütüyor, çocuklar kendi dersanelerinde eğitiliyor. faliyetler daha çok imam ya da seyda adı verilen kişilerce yürütülüyor. bu kişilerin çoğu da imam ya da öğretmenken memuriyetlerine son verilenler... etkinlikler ise kendi gazete, dergi ve televizyon kanallarından duyuruluyor.
aslında 10 yıl önce de kendi içlerinde aynı ilişkiler vardı. bu günü dünden ayıran en büyük fark ise silah.
"bu gün silahla varılacak bir yer olduğuna inanmıyoruz" diyorlar ve kesin bir dille.
"kesinlikle, şu an silah filan yok. PKK'nın, devletin, emniyetin baskılarına, illegaliteye çekme, şiddet hareketlerine yöntemlerine rağmen, şu an silaha başvurmuyor. tasvip de etmiyor" diyorlar.
diyorlar ama bu sözler yakın geçmişteki ölümlerin üzerine sünger çekmeye yetmiyor. genel kanı hizbullah’ın en iyi bildiği yöntemden vazgeçmeyeceği yönünde. işte bu yüzden bölgede şu soru hakim “hizbullah silahı bıraktı mı yoksa gömdü mü?”
bu yüzden de sorulması gereken asıl soru “hizbullah’ın eline tekrar silah alması olasılığı var mı?”. soruyu yine hüseyin yılmaz cevaplıyor. diyor ki “gelecek her şeye gebe. insan bilemiyor… fakat eskiden silahı eline alırken bir düşünüyor idiyse bu sefer en az on düşünecektir. çünkü silahın bölge halkına fayda getirmediği çünkü amaç olarak genellikle ülkenin dindarlaşmasına yönelik bir çalışma var yani halkın dindarlaşması isteniyor ama bu ikna yöntemiyle, anlatma yöntemiyle isteniyor, şiddetle değil.”
aslında şiddetin kapısı tam olarak kapatılmıyor, aralık bırakılıyor.
çünkü bu gün hizbullah kendisine siyasi yelpazede yer arıyor. diğer yandan o yelpazedeki renklerin de sistemin de karşısında. Yani barışık olmadığı bir rejime barış çağrısı yapıyor... üstelik rejimle barışık olmadığını da gizlemiyor:
“nihayetinde dese ki rejimle de barışıktır, barışık değil yani. nihayetinde bu rejim türkiye genelinde, islami bir yapıyı ortadan kaldırmış ve devrimini, rejimini yerleştirmek için de binlerce alimi darağacında sallandırmış. camileri ahıra çevirmiş, yani öyle bir dönemden geliyor, milli şef dönemi var. hatırlanması dahi tüyler ürpertiyor. katliamlar yaşamış bu halk. öyle bir toplum yapısı var.”
kapının aralık bırakılmasının bir başka nedeni de silah tamamen bırakıldı mesajı vererek, pkk'nın elini rahatlatmamak.
ve şimdi…
hizbullah’ın gözü kulağı, 12 Haziran 2011’de yapılacak genel seçimde. kulvar değiştiren örgüt kendisine siyasi yelpazede yer arıyor. camianın içinde hummalı bir tartışma var, “parti kuralım mı, kurmayalım mı” tartışması. bir kesim parti kurulması için çok geç kalındığını diğer kesim ise siyasi parti kurmak için henüz erken olduğunu savunuyor.
siyasi parti talebinde bulunanların ortak talebi, bölgede akp – bdp’ye mahkum olmamak. hizbullah davası avukatlarından sıdgı zilan, kurulacak partinin ulusal olup olmayacağı sorusuna beklenmeyen bir cevap veriyor. “bizim merkezimiz diyarbakır. Biz kendi coğrafyamızı esas aldığımız gibi diyarbakır, yerel bir mekan değil” diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: “kürt ulusallığını kastediyoruz. yani biz, istanbul'da yayın yapmadığımız için yerel olmuyoruz. biz diyarbakır merkezli, hatta kuzey kürdistan merkezli bir yapı olarak, değerlendiriyoruz. mesela bdp'nin fiili merkezi diyarbakır. hak-par'ın fiili merkezi diyarbakır.“
tbmm’de irtibat subayları
o halde neden tbmm’ye girmek istiyorlar?
cevap şakayla karışık olsa da çarpıcı: “bence hatadır yani. orası onlara aittir. bunu bir latifeyle karışık söylüyorum tabi ki, o diplomasiyle ihtiyaç var. onlar bizim irtibat subaylarımız olabilir.”
irtibat subaylarının tbmm’de olduğu bir hizbullah!
kurulacak bir partinin seçimlere yetiştirilmesi ihtimali yok bu yüzden de camia asıl “bağımsız aday gösterelim mi, göstermeyelim mi?” sorusuna cevap arıyor.
akla ilk gelen soru “bu koşullarda kurulacak bir siyasi parti, örneğin bana ne vaat edecek?” soruyu hüseyin yılmaz’a yöneltiyorum ve önce beklemediği bir soruyla karşılaşmış gibi duraksıyor sonra da “şu an onun tartışması yapılıyor. öyle bir şey olursa tüzüğü zaten hazırlanır. görebildiğim kadarıyla herkesin kendi inancında, düşüncesinde, kimsenin kimseye karışmadığı, kimsenin kimseye bir şey dayatmadığı bir toplum, bir yaşam” cevabını veriyor.
kırmızı çizgiler
mehmet göktaş ise hizbullah siyasete atılırsa kırmızı çizgilerinin olması gerektiğini savunuyor.
“eğer haklarımızın bir kısmı siyasetle alınacaksa elbette bundan da geri durulmayacak. aynen bir suyun akışı gibi oraya doğru gideceği kanaatindeyiz. şu ana kadar kimlik itibariyle İslami partilerin hiç birisi net ve berrak bir kimlik ibraz etmemiştir. Edememiştir. Bunları bir yönüyle kınamıyorum. o zaman baskılar vardı ama şayet bu camia adına eğer siyaset sahnesinde birileri yer alırsa ben kesinlikle kırmızı çizgilerinin olması gerek diye düşünüyorum.”
o kırmızı çizgilerin başında TBMM’de milletvekillerinin ettiği yemin geliyor. mehmet göktaş, “herkes seçmenine ne vaat ediyorsa tbmm’de onun gereğini yerine getirsin” diyerek, meclise girmeleri halinde çıkacak bir yemin krizine bu günden dikkat çekiyor. Ve o kırmızı çizgileri sıralamayı sürdürüyor:
“şimdi bir defa biz şuna inanıyoruz. bu ülke 90 yıla yakındır müthiş bir Kemalist baskı altında. yani bu bana göre bu coğrafyanın en büyük problemidir. düşünebiliyor musunuz? bu ülkede 20 milyona yakın çocuğa, her gün sabahleyin, ant içtiriliyor. ‘ey bizi bu günlere getiren, götüren bilmem ne’. yani bunların islami karşılığının ne olduğunu, biri çıksın söylesin. yani ciddi profesörlere, ilahiyatbrlara, hocalara deyin ki bir insan her gün sabahleyin kalkıp ey bizi bugünlere getiren, götüren bilmem ne yüce atatürk filan, yani bunların İslam adına bunların karşılığının ne olduğunu bir sorun. dünyanın neresinde böyle şeyler var? şunu söyleyeyim, sadece siyasi parti kurarsak meclise girersek değil, girmeden de bunun mücadelesini vereceğiz.”
kutu 1
siyasete hazırlanan hizbullah’ın anlamı “allah'ın yolu, allah'ın partisi”. düne kadar silahların konuşulduğu örgütte, bu gün partileşme süreci konuşuluyor. türkiye'de ortaya çıktıkları ilk tarih 1979. iran islam devrim'inden etkilenen abdulvahap ekinci tarafından diyarbakır’da kuruldu.
vahdet grubu olarak tanınan grup sonra ikiye bölündü. vahdet grubu’ndan fidan güngör liderliğinde ayrılanlar, menzil grubu’nu kurdular. 17 ocak 2000’deki beykoz operasyonunda öldürülen hüseyin velioğlu da ilim grubu'nu kurdu ve başına geçti.
zamanla ilim grubu güçlendi, sonra da hem vahdet, hem menzil grubu’nu tasfiye etti.
grubun lideri fidan güngör, 11 eylül 1994 yılından beri kayıp.
istanbul'daki beykoz operasyonunun gerçekleştiği 2000 yılına dek uzanan hizbullah'ın, ana gövdesi böyle oluştu. ilim grubu zamanla güçlendi ve Güneydoğu’da silahlar konuşmaya başladı. 1990'lı yıllar, hizbullah ile pkk’nın karşı karşıya geldiği dönem oldu. türkiye makarov ve takarov marka silahlarla da, faili meçhul cinayetlerle de bu dönemde tanıştı. devletin pkk’yı yok etmek üzere hizbullah'ı taşeron olarak kurduğu iddiaları da bu dönemde ortaya atıldı.
Öldürülenler yalnız pkk’lılar değildi. işadamları başta olmak üzere kamuoyunun yakından tanıdığı gonca kuriş gibi isimler de ölümlerden payına düşeni aldı. faili meçhul cinayetler makarov ya datakarov marka silahlarla işleniyor ve kurbanlar domuz bağlarıyla öldürülüyordu.
aslında hizbullah şiddetinin üç ayrı dönemi var... 'hain' damgası vurulanların öldürülmesi , toplum ahlakını düzene sokma ve pkk çatışmasıyla gelen faili meçhul cinayetler...
1999'da pkk lideri abdullah öcalan'ın yakalanması, hizbullah şiddetinin de miladı oldu… bu tarihten itibaren örgütün üzerine gidilmeye başlandı.
zaten birbiri ardına ortaya çıkarılan çıkan mezar evler, cesetler ve son olarak da binlerce kişinin sorgulandığı kasetler bu dönemde ortaya çıkarıldı!
kutu 2
peygamber sevdalıları platformu adı altında toplanan ve sayıları yüze ulaşan derneklerden bazıları:
mustazaf-der,
batman mustazaf-der,
muhtaçlarla dayanışma derneği,
umut-der,
bilge-der,
toplumsal dayanışma ve şura derneği,
anadolu ilim derneği,
şefkat eli derneği,
sason rahmet pınarı derneği,
beşiri hizmet derneği,
ikra eğitim derneği,
semere-der,
sevgi-der,
hür-der,
akid-der,
ilim-der,
sahabe-der,
cami-der,
köy-der,
sağ-çev-der
hemen hepsi 17 ocak 2000 yılında, istanbul beykoz’daki bir villaya düzenlenen baskından sonra kuruldu ve diyarbakır, batman, şanlıurfa, adana, ağrı, bingöl, bursa, gaziantep, izmir, konya, mersin, siirt, van, istanbul gibi pek çok ilde faliyet gösteriyor; 100 binlerin katıldığı mitingler düzenliyorlar...
yayın kuruluşları
doğruhaber adlı haftalık gazete yayın hayatına üç yıl önce başladı... hizbullah`ın faaliyetlerini anlatıp, örgüte yönelik suçlamalara cevap veren yazılar yayınlıyor. haftalık tirajı 40 bine ulaşan gazete abone sistemiyle elden dağıtılıyor.
inzar: aylık yayınlanan dergi 2004 yılından beri piyasada. tirajı 20 bin. inzar da abonelere elden ulaştırılıyor.
ilahi cd’leri çıkarıp, hizbullah’ın düşüncesine yakın kitaplar yayınlayan özlem ajans, dua, uhuvvet, inzar ve ikra kitabevleri’nin yanı sıra cemaatin radyo ve televizyondaki sesi, çağrı tv ve çağrı fm. haber akışı ilk-ha haber ajansı üzerinden sağlanıyor.
sizden izin almadan facebook da paylaştım, bu yazıyı... umarım sakıncası yoktur.
YanıtlaSil