GÖKSEL GÖKSU
atlı karınca cuma günü gösterime girdi ama daha gösterime girmeden yankı buldu. ne anlatıyorsunuz filmde?
filmde bir aile trajedisini paylaşıyoruz. tamamen kurmaca. mutlaka bir örneği bir benzeri vardır çünkü vakalar çok birbirine benziyor. orta sınıf bir ailenin meslekleri belli olmayan, filmin dönemi de belli olmayan bir hikayesi var. ana karakterlerden birinin annesinin felç olması sonucu, ailenin kasabadan şehre zorunlu göçüyle başlıyor ama film ondan sonraki süreci anlatıyor. bir trajedi ama aile içi istismarı anlatıyor tabi ki.
filmde cinsel istismar var, ensest ilişki var. bunlar çok zor ve iddialı konular. özellikle türk toplumu için, karnımızdan konuştuğumuz tabular. bu cesaret isteyen bir konu değil mi?
mutlaka cesaret isteyen bir konu ama hani birinin de bu cesareti göstermesi gerekiyor. yani bizi çok rahatsız eden bir konuydu ve dedik ki “bunun için ne yapabiliriz?”. sinema çok güçlü bir silah. “başka dilde aşk’ın etkisini vizyona girdikten sonra görmüştük ve hala görüyoruz. o film işitme engelli bir gençle çağrı merkezinde çalışan bir kızın aşk hikayesini anlatıyordu. filmden sonra birçok yerde işaret dili dersleri başladı, halkın duyarlılığı arttı, işaret dili öğrenip, bunun rehberliğini yapmak isteyen çok fazla insan çıktı meydana. atlı karınca’nın da bu etkiyi yaratacağını düşünüyorum.
bu film de bir sosyal sorumluluk projesi kapsamında değil mi?
evet, hatta galamızı da hürriyet gazetesi’nin başını çektiği “aileiçi şiddet kampanyası" yapıyor. yani, bu farkındalığı yaratmak çok önemli. uzman değiliz ama bizim televizyona çıkıp, anlatıyor, konuşuyor olmamız, televizyonlarda bu konunun dakikalarca yer buluyor olması, konuşulabiliyor olması çok değerli. aslında sürekli sosyal sorumluluk projesi yapmakla ilgili bir kaygı taşımıyoruz. ama “bizi bu hayatta ne rahatsız ediyor?”, “derdimiz ne? “ sorularını sorunca bunlar çıkıyor ortaya.
sizi rahatsız eden şeyler üzerinden mi çıkıyor senaryolarınız?
evet, bizi rahatsız eden şeyler ve yazmadan duramayacağımız şeyler üzerinden çıkıyor. yani, aynı bir gazeteci, bir yazarın yazma dürtüsü gibi.
siz tabuların üzerine gidiyorsunuz…
evet, biz tabuları yıkmak istiyoruz. tabuların gerçekten çok hastalıklı olduklarını düşünüyorum. bunlar çamur zeminin üzerine dökülmüş asfalt gibi. yani çamur üzerine asfalt olmaz, o belli bir yerden sonra ya çöker ya da patlar. o tabuları konuşarak çözebiliriz. sorunu çözmek için ilk adım, sorunun sorun olduğunu kabul etmek. bu utanacağımız bir şey değil.
yapanların, faillerin utanması gereken bir şey…
evet. kesinlikle. amerika’sından ingiltere’sine işte ne bileyim fransa’sından almanya’sına, -ki fransa bu konuda lider- dünyanın her tarafında bu suçla karşılaşıyoruz. dolayısıyla çözüme, bunun için bir adım attığımızda yaklaşmış olacağız. ya da utanmadan konuşabildiğimizde… utanacak olan biz değiliz, suçun sahibi. bu üstü kapalı kaldıkça da failine fayda sağlıyor.
peki, toplumsal olarak baktığımızda birden çok dert var. Ensest ilişkiyi özellikle seçmenizin nedeni ne? nereden aklınıza geldi?
kanada’da üniversitede şiddete eğilimli çocuklar üzerinde yapılmış bir araştırmaya göre, bu çocukların %70’i cinsel istismara uğramış. tacize uğradıktan sonraki süreçleri takip edilen çocuklar üzerinde genetik deneyler yapılmış. ve görülmüş ki bu çocuklarda genetik olarak dopamin ve seratonin salgılanamıyor. hayata küsmeye başlıyorlar, çünkü meseleyi anlayamıyor, kavrayamıyorlar. bu iktidarsızlığa kadar giden bir şeye dönüşmeye başlıyor. türkiye’de de yüksek oranda olduğu iddia ediliyor. taciz sadece cinsel ilişki kurmak değil! bir kişi istemediği bir biçimde dokunarak ya da bakışlarla da taciz edilebiliyor. sonra da bu etkiler çocuğunuzun çocuğunun genetiğine işliyor ve belli bir zaman sonra “hay allah ya! adam ailesinden birini nasıl öldürür?” diyebiliyoruz. oysa her suçun bir psikolojik dayanağı var. yani bunu suç olarak görmeliyiz, asla hastalık olarak değil. bu kimsenin hak ettiği bir şey değil.
yine tabuya döneceğim. bu tabuyu filme çekmek için en azından anlamak, mağdurla da faille de empati kurmak gibi bir zaruret var ki bunu bizlere aktarabilesiniz. nasıl bir araştırma sürecinden geçtiniz?
anlatılana odaklanmak bizim için daha değerli. yani, bunu bir kesime maletmiş olsaydık, o kesimin insanları ayaklanabilirdi ve tartışmanın boyutu değişirdi. ne üst sınıftan ne alt sınıftan olmaması gerekiyordu. bu gerçeğin her ailenin, kapı komşunuzun da başına gelebileceği bilinciyle yazdık ve böyle araştırdık. daha önce bu vakaların tedavisinde yer almış psikologlarla ve psikiyatrlarla konuştuk. gerçek bir hikayeden yola çıkmaktansa kurmaca olmasını tercih ettik. çünkü gerçek bir hikayeyi anlatmak -kimse bilmiyor olsa da- o kişiye zarar verebilirdi. türkiye’de çok fazla kaynak yok ama yine de yazılmış bir sürü tez var. uzun bir araştırma süreci geçirdik ve böyle rafine bir hikaye çıktı.
ensest mağdurlarının duygularına ulaşmayı nasıl becerdiniz?
galiba meselenin üzerine çok düşündük. “benim başıma gelirse ne olur?” sorusunu soruyorsunuz. bir de tabi yapılmış araştırmalar var. haber kaynaklarını taradık, oradaki ifadeler var, polis kaynakları var. onları okudukça, anladıkça, konunun uzmanlarıyla konuştukça bir dünya oluşuyor.
türkiye’de ensest oranı çok mu?
çok. bir yüzde veremeyiz ama azımsanmayacak oranda.
peki, kırsal kesim ya da büyük kentlere göre değişen bir oran mı?
asla öyle bir ayrım yok.
yani her yerde mi var?
her yerde var. bu nüfusa oranla değişen bir şey. yani öyle bakarsak en çok istanbul’da olabilir. en çok nüfus burada.
filmin ilginç yanlarından biri de meseleyi ensest ilişki sahnesi kullanmadan anlatmanız.
evet, kesinlikle. yurtdışında yapılmış ensest filmleri var. bilgilenmek için onları da taradık. Orada beni en çok rahatsız eden şey birçok örnekte ensest vakasının birebir gösteriliyor olması, tacizin birebir gösteriliyor olması.
bu sizi rahatsız etti...
bu beni çok rahatsız ediyor. çünkü bu yönetmenin ya da senaristin tercihi olabilir. daha çok insanı irrite etmek, ilgisini çekmek için bu tercih yapılmış olabilir ama çağ iletişim çağı ve bu filmlerin DVD’leri çıkıyor. sonra o filmlerden parçalar alınıp çeşitli internet sitelerine konulabiliyor ve o parça aslında bir pedofiliye de hizmet edebiliyor. bunun yanı sıra erkek ya da kız fark etmez, bir çocuğun arzu nesnesi olması durumu çıkıyor ortaya. bu da kabul edilebilir bir şey değil. yani filmin “ay aslında ne güzel çocuk” dedirtmemesi gerek diye düşünüyorum.
kimseyi mağdur etmeme kaygınız var.
evet. çocuğu arzu nesnesi yapmadan bir film çekilebilir, bir şey eleştirilebilir. bir şeyi eleştirirken, o eleştirinin kendisi olmak durumuna düşebilirsiniz. biz bu tehlikeden kaçındık. bizim işin magazin kısmına ihtiyacımız yok. yani haberi okurken tacizin nasıl gerçekleştirildiğini okumamıza gerek yok. “kişilerin başına ne geldi?”, “sonrasında ne olacak?”, “nasıl mücadele edecekler?” buna ihtiyaç var. dolayısıyla seyircinin rahatsızlık duyacağı hiçbir şey yok bizim filmimizde. rahatsızlık duyacağı şey işin psikolojisi.
hayata karşı hep böyle duyarlı mısınız?
hem bana hem başkasına karşı yapılan haksızlığa karşı çok duyarlıyım.
gündelik hayatınızda da bu hassasiyetlerle mi yaşıyorsunuz?
tabi ki hepimiz bir takım hatalar yapıyoruz, yapacağız. mümkün mertebe bu hatalardan kaçınarak yaşamaya çalışıyorum elimden geldiğince. topluma örnek olmak gibi bir derdim yok.
nasıl yaşıyorsunuz?
hayat sadece gezmek eğlenmek değil ki, çalışmak da bir eğlence aracı. insan bununla da tatmin olabilir, eğlenebilir. yani bu beslenmek gibi bir şey, insan neyle besleniyor? kimi hamburgerle, dönerle beslenir, kimi lahmacunla, kimi de sağlıklı gıdalar yer. öyle de yaşarsınız böyle de. bu bir tercih meselesi. ben biraz böyle yaşamayı tercih ediyorum. galiba geleceğimi şimdiden garanti altına almak istiyorum. bilmiyorum ki belki de ileride huzur evinde olacağım.
çevrenizde aile içi şiddete tanık olmuş kişiler var mı?
biz bu araştırmayı yapmaya başladığımızda da keşfettik ki her yerde var. kiminle konuşuyor olsak, birinin başına illa ki bir şey gelmiş. bu konun uzmanı olsun olmasın, küçük de olsa bir şey yaşamış ya da bir arkadaşı yaşamış. çok yakından tanıdığım bir arkadaşım bir arkadaşının böyle bir cinsel tacize uğradığını anlattı mesela. bu yüzden de bir yandan bu film benim için çok değerli. Çünkü gerçek vakalar o kadar can sıkıcı ki. bu tip bir kurmacanın insanlara yalnız olmadıklarını hissettireceğini, onları daha güçlü tutacağını, bunu sağlayacağını düşünüyorum.
filmi izleyenler bu yüzleşmeyi mi yaşayacak?
kesinlikle. bu yüzleşmeyi de yaşayacaklar, bu yüzleşmeye ihtiyaçlarının da olduğunu düşünüyorum ve filmde gerçekten rahatsız edecek hiçbir görüntü yok. sadece rahatsız edecek bir psikoloji var ve o psikoloji zaten bu filmi izlesek de izlemesek de bizim içimizde olacak. o yüzden bunu paylaşmaya davet etmek istiyorum.
tiyatroyu da bırakmıyorsunuz bir yandan?
tiyatro da yapıyorum. oyun atölyesinde 3 yıldır testosteron oyununu oynuyoruz. ondan önce de hırçın kız’ı oynamıştık. bir yandan diziler devam ediyor bir yandan film ve senaryo çalışmaları devam ediyor. çalışmayı çok seviyorum, çalışmakla eğlenmek böyle benim için denk. sürekli çalışıyorum deyince bır televizyon programında “hiç eğlenmiyor musun?” diye sormuşlardı. çalışma şeklim bir şekilde eğlendiriyor beni. benim için hediye gibi bir şey.
bu dünyanın insanları "uçuk kaçık" olur önyargısı vardır. ama sizde böyle bir portre görmedim ben. siz mi farklısınız yoksa biz mi o dünyayıyanlış biliyoruz?
çok fazla arkadaşım var tabi evinde oturan, çalışan, filmini seyreden, kitabını okuyan. ama ister istemez işin magazin kısmı tabi biraz daha ön planda olduğu için o görünen yüz o oluyor. kimse sizin son okuduğunuz kitapla ilgilenmiyor. türkiye’de 4 bin oyuncu vardır. bunlardan 500’ü magazinel bir şey yapıyorsa, o portre öyle şekilleniyor. yani öyle çılgın değildir ama daha rahat insanlardır oyuncular.
yolda yürürken filan tanıyorlar mı sizi?
evet, tanıyorlar.
nasıl tepkiler alıyorsunuz?
yaşıtlarımdan da, yaşımın biraz altındaki arkadaşlardan da güzel tepkiler alıyorum. onun dışında tabi böyle kapalı çarşı, binbir gece gibi dizilerde oynayınca “ailemizin oğlu” gibi bir imaj oluyor ister istemez.
bu sizi nasıl etkiliyor? örneğin yolda rahat yürüyemiyorsunuzdur.
yo, çok rahat yürüyorum. çünkü selamlaşabiliyoruz, onlar gülümsüyor ben de gülümsüyorum. bu biraz da davet çıkarmakla ilgili bir şey. yani görüp görmezden gelmek ya da bir mekâna girdiğinizde “ben geldim” durumunuz yoksa bu tavrı takınmıyorsanız evet insanlar bakıyorlar ama belirli bir ölçüde rahatsızlık veriyorlar.
sizi etkileyen karşılaşmalar oldu mu?
şöyle bir şey oldu; bir gün yanında kızı olan bir hanım bana “ay canım ne yapıyorsun?” diye sordu. ben de “iyiyim” dedim. annemi sordu, “iyi” dedim. “hiç gelmiyorsun” dedi. ben de “nereye?” diye sordum. “ay sen kimin oğlusun?” dedi. ben de dedim ki “vallahi annemin ismi hale, ama yani…”. Sonra kızı “anne, o oyuncu, kapalıçarşı’da oynuyor, sen ne yapıyorsun?” diye girdi araya. kadıncağız dizilerden tanıyor ama akrabası gibi görüyor…
belli ki sizi kendilerinden biri gibi görüyorlar.
evet, öyle bir durum var galiba.
bazı sanatçılar bilerek ve isteyerek yakalanıyorlar kameralara diye düşünürüm. yanılıyor muyum?
buna galiba %50-50 diyebiliriz. çünkü bu, nasıl söyleyeyim, karşılıklı bir anlaşma gibi. yani gündemde kalmak için magazine ihtiyaç duyan insanlar var. bunlar oyuncu, bunlar şarkıcı, bunlar yazar olabiliyor. bunlar tabi soru işareti. şöyle bir şey oluyor; mesela bir bar var, gayet popüler bir yer. servisi iyi, yemekleri iyi, oraya gidiyorsunuz ama oranın kapısında aynı zamanda magazinciler var. bunu tercih etmeyebilirsiniz. başka bir yere gidebilirsiniz, yemekleri en az onun kadar güzel başka barlar, restoranlar da vardır mutlaka. tercihi o yönde kullanmak ve kullanmamak gibi seçenekler var. ama bu kaygı da bence yersiz. çünkü bu böyle sabun köpüğü gibi yani 2 gün yazılır, 3 gün yazılır, 1 yıl yazılır ama sonra yazılmaz.
sizin bir rol modeliniz var mı?
rol model yok ama çok beğendiğim oyuncular var. haluk bilginer, şener şen, uğur yücel var. çok var aslında nergis öztürk’e gerçekten bayılıyorum, birlikte çalıştığımız için değil, çok iyi bir oyuncu olduğunu düşünüyorum nergis’in. çok daha iyi rollerde de oynayacak eminim. binnur kaya’ya bayılıyorum.
yabancı var mı peki?
yabancı beğendiğim philip seymour hoffman sonra sean penn’i çok beğeniyorum. bu ikisi herhalde en beğendiğim aktörler.
arkanızdan gelen kuşak size umut veriyor mu?
kesinlikle umut veriyor. çok iyi genç yönetmenler geliyor. çok iyi genç oyuncular geliyor arkadan. genç yapımcılar var, derdi iyi diziler yapmak olan.
gelelim gişe beklentinize. anladığım kadarıyla bir gişe kaygınız yok.
gişe kaygımız yok ama olsa ne güzel olur. çünkü ne kadar insana ulaşırsa o kadar değerli. yani tabi ki bizim filmimizi 50 bin kişi seyrederse ne kadar güzel bir şey ama 100 bin kişi seyrederse daha da güzel bir şey. başka dilde aşk’ta da öyle, beğenildikçe, izlenildikçe, yayıldıkça güç arttı.
bir de tabi ödüller.
atlı karınca 41. antalya altın portakal film festivali’nden en iyi senaryo ödülünü ve behlül dal jüri özel ödülü’nü aldı, zeynep oral 14 yaşındaki oyuncumuz. şimdi İstanbul film festivali’nde yarışıyor. 14 filmden bir tanesi. umarım istanbul film festivali’nde de gişede de seyirciyi etkiler ve dikkat çeker.
ensest tacize uğramış çocuk oyuncuyu bulmakta zorlanmadınız mı? çünkü bir aile çocuğunun böyle bir filmde oynamasını istemeyebilir.
zorlanmadık şansımıza. harika uygur yaptı kastımızı ve harika yapıyor isminden de anlaşılabileceği gibi. zeynep oral’ın ailesi de öyle. annesi babası inanılmaz olgunlukta insanlar. senaryoyu paylaştık onlar okudu sonra zeynep’le paylaştılar. “oynamak ister misin?” dediler, zeynep de çok istediğini söyledi.
fotoğraflarına bakarak mı seçtiniz?
evet, fotoğrafları vardı ve tam bizim hayal ettiğimiz karakterdeydi zeynep. tip olarak yani. bu süreçte ailesinden çok destek aldık. bir oyuncu koçumuz vardı ve hiçbir zaman zeynep’in psikolojisini etkileyecek bir şey yapmadık sette. hala da sıklıkla görüşüyoruz.
zeynep ensest tacize uğramış birini canlandırdı ve siz psikolojisi etkilenmedi diyorsunuz. nasıl oldu bu?
çünkü komşu duyguları kullandık, hiçbir zaman zeynep’e şu anda tacize uğruyorsun demedik. yani zeynep orada çok sevdiği bir arkadaşını uzun zamandır görememeye ağladı ya da kedisini özlediğine ağladı. o yüzden de meselenin ne olduğunu bildiği halde psikolojisi zarar görmedi. o da ilksen başarır’in başarısı, çünkü bu filmde liderlik eden biri yok. üç karakter de meseleyi anlatan karakterler. daha bir yönetmen sineması. o yüzden de bence başarısı orada saklı.
En çok etkilendiği film
sürü beni çok etkileyen bir film. senaryosu, çekimi, oyunculukları, her şeyi. inanılmaz bir film.
en beğendiği yönetmenler.
nuri bilge ceylan, hüseyin karabey, sonbahar’ın yönetmeni özcan alper, zeki demirkubuz, ali taner baltacı, pelin esmer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder