CEMİLE İLE MEHMET

cemile ve mehmet...
isimler ve mekanlar farklı olsa da bu öykü de hayatın tam orta yerinden alındı...
yaşananlar geçmişin karanlığına gömülü.
ben de o karanlığa ne zaman el atsam bir yerlerden cemileler, mehmetler, adamlar ya da kadınlar dikiliverir karşıma.
ve derler ki "hadi artık, bizi de çıkar aydınlığa!".
işte bu öykü de bu güne dek karanlığa gömülü olanlardan.
karanlığa gömülü olup da aydınlığa çıkmak isteyenlerden!
elçiye zeval olmaz, ben üzerime düşeni yapayım da!


* * *

var gücüyle indirdi elindeki kızılcık sopasını önündeki topaklanmış yün yığınına!
yetmedi bi daha...
derken bi tane daha...
güneşin yakıcılığına aldırmadan bi daha vurdu.
şakaklarından akan teri elbisesinin yeniyle sıvazlarken gözünün önünden suratlar geçiyordu.
"bu apartman yönetcisi içiiin..." derken, yönetici arz-ı endam ediyordu kızılcık sopasının şrakkk dediği yerde.
sopasını havayı yırtarcasına kaldırıp, yeniden indiriyor ve ıslığa benzer sesin ardından bir şrakkk sesi daha duyuluyordu...
yün topakları birbirinden ayrılıp kuş tüyü kadar hafifleyene dek öfke duyduğu kim varsa nasibini alıyordu kızılcık sopasından.
belki de bu yüzden her 15 günde bir o yatak sökülüp, içindeki yün havalandırılıyor sonra da kızılcık sopasıyla bir güzel iğdiş ediliyordu.
yatak sökülmese yün yastıklar, o da olmazsa minderler.
her defasında sökecek bir şey buluyordu Cemile.
kızılcık sopasını son kez indirdiğinde, bitişikteki adamın kafası parçalandı o gün.

* * *

kadın çığlığını yutarak bağırdı...
kısık sesle!
cemile ne kadar kısık olsa da duyardı bu sesi, yine duydu.
duvarın öte yanından gelen ses "karnıma vurma, o senin de çocuğun..." diye yakardı...
yakarışa aldırmadı adam, her yumruk, her tekme sonrası cemile'den başkasının duyamadığı bir çığlık daha yükseldi...
cemile nefesini tuttu.
avuçları kulaklarındaydı, sımsıkı.
insanın her organı farklı bir tınıyla cevap verse de acı aynı acı işte.
gözlerinde, yerinden fırlayacakmış gibi atan yüreğinde, tepeden tırnağa her bir hücresinde aynı acı vardı.
mehmedinden çekinmese 155'i arayacaktı.
arayamadı...
ama ağlayabildi...
ağlamasına ses çıkarmazdı mehmedi ama başkalarına bulaşmasını da istemezdi.
istemezdi dediysem, "izin vermezdi" demek o, "izin vermez"in kibarcası!
dayak yiyen kadının karnındaki bebeyle aynı pozisyonu almıştı cemile.
dizlerini göğsüne çekti ve sarıldı var gücüyle.
tam o sırada sırtını yasladığı duvarda bir ses duyuldu.
tok bir ses...
kadın sustu...
adam da sustu...
yer gök sustu...
cemile zaten suskundu...
ölüm sessizliği dedikleri türden bir sessizliğe gömüldüler hep birlikte...

* * *

13 yıldır dinliyordu duvarın diğer yanından gelen sesleri cemile...
anlatsa roman olurdu ya!
bu genç çift hepsine bedeldi.
bir göz odaydı yaşadığı yer cemile'nin.
kocası mehmet, gül apartmanının kapıcısıydı evlendiklerinde.
o bir göz odaya gelin gelmişti.
1.83 vardı boyu.
kapı gibi kadın derdi uzaktan görenler.
ama yakına gelince yüzündeki masum ve sevecen ifadeyle örtüşmezdi "kapı gibi kadın" lafı...
yüreği gibi yumuşacıktı yüzü de.
yarı beline gelen kocasının önünde pervane olurdu, o bir göz odada.
1.55 bilemedin en çok 1.60'tı kocasının boyu.
gökyüzüne bakar gibi kaldırmak zorunda kalırdı kafasını, cemile'yle konuşurken.
belki de bu yüzden yüksekçe bir sedirleri vardı o bir göz odada.
öyle çok çırpardı ki cemile sedirin üstündeki yün yatağı, pamuk yığınına oturmuşçasına gömülürdü insan her defasında.
kocacığını o sedire oturtur, kendisi de dizinin dibine yerleştirdiği iskemleye çöreklenirdi.
hiç lafı edilmezdi ama aradaki boy farkı ters yüz edilirdi böylelikle...
mehmet o sedire oturduğunda bir başka heybetli görünürdü cemile'nin gözüne.
tesbih çeken sağ elini, bağdaş kurduğu sağ dizine yerleştirdiğinde küçücük odanın ağası gibi olurdu.
yüzüne iki siyah nokta kondurmuş kadar küçük ve kömür karasıydı gözleri mehmet'in.
o küçücük gözlerine inat yuvasından fırlayacakmış gibi iriydi gözbebekleri...
korkardı insan bakışlarından, bir tek cemile korkmazdı.
çirkindi, tembeldi, apartmanın işini de cemile'ye yıkardı filan ama yufka yüreklidi.
bilirdi cemile bunu, korkmazdı hiç kocasından.
evinin direğiydi o, mehmet'iydi onun!
yün çırptığı kızılcık sopasını herkes için kaldırırdı da, kıyamazdı mehmet'ine...
ama bitişikteki adamı kaç kez kan revan içinde bırakmıştı hayalinde.

***

genç bir mühendisti bitişikteki adam.
istanbul'a yapılan yeni köprünün inşaatında mı çalışıyormuş ne!
kadını da orada tanımış.
kadının kendisi anlatmıştı cemile'ye.
yine dayak yediği bir gecenin sabahında kocası işe gittikten sonra yardım istemişti cemile'den.
sonra da çay içtiler beraberce.
o zaman anlattı.
evlenmeden önce, kadın sekretermiş aynı köprü inşaatında.
doğma büyüme istanbulluymuş.
gösterişli, alımlı, güzel mi güzel.
istememiş bu adamı önceleri.
o istememiş ama adam kafasını takmış bir kere, bırakmamış peşini.
kızın ailesi de karşı çıkınca "vermezseniz kaçırırım" diye tehdit etmiş.
aile boyun eğmiş mecburen, biricik kızlarının kaçırılması ihtimali bile yetmiş adamı sineye çekmelerine...
kız da giderek etkilenmeye başlamış adamın tutkulu inadından.
"beni böylesine seven biri bir kere daha çıkmaz karşıma" deyip basmış nikahı.
o da bu eve gelin geldi.
öyle güzel bir gelindi ki, bakmaya kıyamazdı cemile.
ama hep "şansı güzel olsun" derler ya, boşa değilmiş o laf.
birkaç ay sürdü sürmedi cicim ayları, önce hamile kaldı güzel gelin sonra başladı dayak faslı.
o gün bu gün, kadın dayak yer, cemile'nin yüreği kan revan!

* * *

kalktı yerinden cemile.
iki buçuk adımda arşınladığı bir göz odalı evine sığmadı adımları.
kapıyı açıp, mutfak dolabı gibi kullandığı sahanlığa çıktı önce.
sahanlık dediysem, hepsi hepsi 2 metrekare.
bir göz odacığı da tuvalet de aynı sahanlığa açılıyor.
sahanlık da dar geldi kabaran yüreğine.
bitişikteki kazan dairesine geçti.
burası genişti işte.
hala kömürle ısınıyordu apartman.
her sabah kuşlar bile uyanmadan cemile uyanır ve ateşlerdi kazanı.
değil kömür tozu, kömür bile göremezdiniz orada.
günde en az iki kez silerdi arap sabunuyla her yanı.
arap sabunu kokardı kazan dairesi.
cemile'nindi çünkü, cemile temizlemez mi her başı sıkıştığında kaçtığı sığınağını.
gözü gibi bakardı oraya.
kalorifer kazanlarından artan boşluk onundu.
burası asıl mutfaktı işte.
duvar tarafına ocağını yerleştirmişti.
birbirinden lezzetli yemekler pişiriyordu bu ocakta mehmet'ine.
hele maydanozlu köftesini kızgın yağa saldığında ortalığı saran o koku yok mu!
o koku ortalığı sardı mı, daha bir canlı bakardı mehmet'inin gözleri.
bir kızarmış köfte kokusu, kazan dairesini cennete çevirirdi.
dantelli örtüler bile sermişti teleğine.
her santimetrekaresinde cemile yazıyordu sanki!
ve o geldiğinde cana gelirdi ortalık.
cemile hayat verirdi oraya.
cemilesiz bir kazan dairesi düşünemezdiniz.
yine hayat buldu gelişiyle.
ama bu kez cemile'de hayat yoktu.
bir aşağı bir yukarı yürüyordu ağlayarak.
kapattı kapıyı ve devam etti yürümeye.
bir aşağı bir yukarı yürüyordu dur durak bilmeden.
ya mehmet gelirse şimdi?
kahvedeydi mehmet'i.
akşamları yemeğini yer, kahvenin yolunu tutardı.
"e, erkek ne de olsa" derdi cemile, "n'apsın karı gibi, evde mi otursun?"
cemile her gece yolunu gözlerdi mehmet'inin, duvarın öte yanından gelen dayak sesini duydukça da şükrederdi haline.

* * *

kapının yumruklandığını duyduğunda soluksuz kala kaldı olduğu yerde...
karın boşluğundan başlayan bir sızı, yıldırım hızıyla sardı bedenini.
kanı donmuştu sanki.
elleri titreyerek usulca açtı kapıyı.
arkası dönüktü kadının, bir göz odasının kapısına inip inip kalkıyordu takatsiz yumruğu.
kesik kesik soluyordu sanki.
o da başladı kesik kesik solumaya.
kalbi duracak gibi atıyordu iki kadının da.
kadına yavaşça sarıldı cemile, incitmekten korkarak, yumuşacık.
kadın bıraktı kendini cemile'nin kollarına, bayılmadan önce "annemi ara" diyebildi.

* * *

tir tir titriyordu korkusundan cemile.
öldü mü yoksa?
allahım ölmesin, ölmesin güzel allahım, çok genç, daha körpecik bir gelin o!
kollarına yığılan kadını çekiştirerek bir göz odalı evine soktu önce.
sonra da kapıyı kilitlediği gibi merdivenleri ikişer ikişer tırmanıp 16 numaranın kapısını yumruklamaya başladı.
uykulu ve tedirgin bir ses "kim o" dediğinde cemile zaten avaz avaz bağırıyordu, "yetişin kadın ölüyoooor" diye.
yöneticinin faltaşı gibi açılan gözleriyle karşılaşana kadar sürdürdü bağırmasını.
sonra can havliyle tekrarladı, "kadın ölüyor. iki numaradaki kadın ölüyor. bizim evde şimdi. kocası gelmesin diye kapıyı kilitledim üstüne. çabuk ambulans çağırın!"

* * *

ambulans geldiğinde mehmet de gelmişti eve.
kömür karası gözleri dehşetle bakıyordu, sedyede taşınan kadına.
solunum cihazına bağlı olduğunu görünce "yaşıyor!" diye düşündüler.
yaşıyordu kadın.
morarmış ve şişmişti bir gözü.
o yüzden cemile'ye minnet duygusuyla bakarken, bir gözü aralanabildi yalnızca.
iki eli de karnındaydı.
'korkma' diyordu bebeğine elleriyle dokunurken, "korkma, buradayım"...
elinin bir karış altındaki kanı görebilse başka şeyler söyleyecekti belki ama göremiyordu.
cemile tutmak içinmiş gibi yaparak çekti elerini kadının, ayırdı bebeğinden ve hiç bırakmadan o da atladı ambulansa.
bembeyaz çarşaf kan içinde kaldı, hastane yolunda.
"bu leke, bu çarşaftan çıkmaz" diye düşündü cemile, "bu leke kalıcı!".


* * *

kaç saat beklediğini hatırlamıyor cemile o gece.
tek hatırladığı, ameliyathane kapısında beklerken yanına birinin geldiği ve "yakını mısınız?" diye sorduğu.
yakınıydı tabi...
20 santimlik duvarı kaldırsan yastıkları birbirine değecek kadar yakındı kadına!
'evet' dedi düşünmeden ve gelecek cevabı bekledi.
"bebeği kurtaramadık" dedi doktor olduğunu sandığı adam, "anne de yoğun bakımda. kafasına çok sert bir darbe almış. müşahade altında tutacağız"
müşahadeyi anlamadı ama durumun çok ciddi olduğunu anladı cemile.
yutkunarak baktı doktora.
başka bir şey sorması gerekir mi?
bilemedi.
ayak seslerinin geldiği tarafa çevirdi kafasını.
kalabalığın arasından kadının kocasını seçti gözleri.
korku dolu bakışlarla koşar adım doktora doğru ilerliyordu.
bir çığlıkla donup kaldı herkes.
cemile'nin çığlığıydı bu.
can havliyle yerinden fırlamış, adamın boğazına yapışmıştı.
kimse ayıramıyordu, var gücüyle sıkıyordu adamın boğazını cemile.
mosmor oldu adamın yüzü.
kalçasına vurulan iğneyi hissettiğinde, elleri de yavaş yavaş gevşedi.
o an mehmet'iyle göz göze geldi.
göz göze gelince bıraktı adamın boğazını.
ilk kez korku dolu baktı kömür karası gözleriyle mehmet.
ilk kez dehşete kapıldı.
"bebek ölmüş mehmet'im" dedi cemile yarı baygın bir sesle.
mehmet'in bakışları yumuşadı aniden.
evet cahildi ama -aptal gibi davranmak çoğu zaman işine gelse de- asla aptal olmamıştı.
o yüzden bilirdi, bilirdi ki bebeler ölünce böyle olurdu cemileler...