KADIN PARANOYASI


Günün birinde, benimsediğiniz, doğal saydığınız değerlerin bir paranoyadan ibaret olduğunu farketseniz ne yapardınız?
Ya korunmak adına kendinizi, kendi ördüğünüz duvarlara hapsettiğinizi farketseniz?
Ben söyleyeyim: Ya duvara toslarsınız ya da duvar kendiliğinden yerle bir olur.

Bir kadının, beraberinde “bunun sahibi var” imajını pekiştirecek bir erkeğin -baba, eş, erkek kardeş ya da erkek arkadaş- refakati olmadan, üzerinde büstiyeri, ayağında şortuyla bir ormanda koştuğunu düşünün...
Bu mümkün mü?
Yani siz ormanda kendi başına koşan ya da yürüyen bir kadının, parkuru sağ-salim tamamlayabileceğine ihtimal veriyor musunuz?

Bir kadının böyle bir koşuyu, sağ-salim tamamlaması, koşulan ormanın coğrafi konumuyla doğrudan ilintili...
Yani bu orman diyelim ki Kastamonu, Alanya, Sivas ya da Anadolu’nun herhangi bir şehrindeyse tabii ki mümkün değil.

"İstanbul farklı mı?"

Peki İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerin ormanlari nasıldır dersiniz?
Kadın gözüyle bakınca, doğrusu diğer kentlerden pek de farklı değiller.
Böyle giyinmiş bir kadının, Belgrad Ormanı’nda koştuğunu düşünsenize!
Maazallah...
Hadi şorttan, büstiyerden vazgeçtim, gelin biz bu kadını bir de tesettüre sokalım.
Uzun bir eşofman giydirelim ve dahi kapüşonlu bir yağmurluğu da olsun üzerinde.
İnanın, sonuç yine de değişmez.

Hatta Belgrad Ormanı’ndan vazgeçtim, biz bu kadını kentin mutena semtlerindeki bir koruya götürelim. Haksızlık etmeyelim ve kabul edelim ki burada durum biraz daha farklılaşır.
Sıradan bir kadının yürüyüş ya da koşu yapması çok da yadırganmaz.
Amaaa, o kadının -doğruluğu tartışılsa da- genel kabul görmüş belli ahlak kurallarına uyması zorunludur.

Örneğin, bu kadının bakışları, yürürken ya da koşarken mutlaka yere çakılı olmalıdır.
Tecrübeyle sabittir ki, bir kadının böyle bir yürüyüş sırasında, karşı cinsten biriyle hasbelkader göz göze gelmesi, o ‘anlık’ bakışın bir davet gibi algılanmasına neden olabilir.
Kaldı ki, yanından koşarak geçen birine kazara günaydın filan demesi halinde, vay haline...

"Tavizsiz bakışlı kadınlar"

Tanımadığınız bir erkekle göz göze geldiğinizde de bakışlarınızın sert ve tavizsiz olmasına özen göstermelisiniz...
Çok abarttığımı düşünenler olabilir.
Öyleyse, haydi gelin deneyin!
Kadınsanız, mutluluğunuzu gizleme gereği duymadan, çevrenizdekilere gülen gözlerle bakarak, günaydın diyerek bir yürüyüş yapın; erkekseniz yakınınızdaki kadınlardan böyle bir yürüyüş yapmasını isteyin...

Ben bulduğu her fırsatta yürüyen biri olarak, yakın zamana kadar adımlarımı, bakışlarımı, hatta yüzümdeki ifadeyi istem dışı bir iradeyle biçimlendirdiğimin farkinda bile değildim.
Ta ki Amerika’nin Wisconson eyaletindeki göller bölgesinde bulunan bir cangılda yolumu kaybedene dek...

"Cangılda kaybolmak"

Beni yönlendiren patikaların sunduğu seçenekler başımı döndürdüğünden, kendime kerteriz aldığım göl çizgisini yitirmemeye özen göstererek daldım ormanın derinliklerine.
Ancak bir süre sonra çevremde ne yürüyen kaldı, ne koşan...
Hatta bir süre sonra kendime kerteriz olarak belirlediğim göl çizgisi de yok oldu.
Giderek, yalnızca bir kişinin ancak yürüyebileceği kadar daraldı kendimi savurduğum patikalar.
Öyle ki yer yer eğilerek geçmek zorunda kaldım geçit vermeyen ormanda...

Bir yandan bilinmeyenin getirdiği hoş bir heyecan, diğer yandan Türkiye’den kalma tanıdık bir korku dalga dalga yayıldı yüreğime.
Aynı yolu geri dönmek istedim...
Ama 'devam' dedi içimden bir ses.
Ben içimden gelen sese güvenirim...
Devam ettim.

"Good Morniiiing"

Bana eşlik eden sincaplar ve kuş cıvıltıları eşliğinde devam ettim yoluma...
Ve tabii yağmur...
Yağmur yağdığında her şeyi net görürsünüz.
Sisi, pusu, belirsizlikleri alır götürür.
Berraktır ortalık.
Önce yağmur, sonra da giderek yaklaşan tempolu adımlar, adımlarla uyumlu gürültülü ve tempolu nefes sesleri kendime getirdi beni.
Sesler giderek yakınlaştı...
Yakınlaştıkça kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başladı.
Daha sıklaştı adımlarım.
Adımlarım sıklaştıkça, sesler daha da yakınlaştı.
Ve karşı yönden bana doğru koşan 10-15 kişilik bir grup belirdi bir anda.
Önce şaşırdım ne yapacağımı.
Sonra yalnızca bir kişinin yürüyebildiği patikaya yön veren ağaçlardan birine dayadım sırtımı.
Bir ara “her an, her şey olabilir” diye düşündüm.
Nefesimi tuttum ve beklemeye başladım.
Onlara bakmamaya özen göstererek durdum öylece...
Sırayla önümden geçmeye başladılar...
Gürültülü nefes alışlarına uygun bir ritimle, önümden geçenlerin her biri “Good morning” deyip devam etti yoluna...
Evet evet, sadece günaydin dediler ve koşularını sürdürdüler ıssız ormanda...
Kendimi kısık sesle cevap verirken buldum: “Good morning”...

"GÜNAYDIIIIN!!!!"

Sonra grupların ardı arkası kesilmedi.
5-10 dakikada bir geçmeye başladılar yanımdan.
Kimileri kızlı-erkekliydi koşanların.
Kimi zaman tek başına bir kadın ya da erkekti yürüyen.
Kimsenin umurunda olmadığımı anladığımda derin bir nefes aldım... artık yolu bulmasam da olurdu...
"Böyle bir ormanı olmalı insanın" diye düşündüm...
Günlerce yürüyebilirdim o ormanda.

O sabah kaç kişiye günaydın dediğimi, kaç sincapla göz göze geldiğimi hatırlamıyorum.
Ne sincaplar haberdardı beni yepyeni bir dünyayla tanıştırdıklarından ne de yanımdan koşarak geçip gidenler...

Aslında,
“Sen bizim için önce insan, sonra kadınsın, GÜNAYDIIIIN”,
“Biz de önce insan, sonra erkeğiz, GÜNAYDIIIIN”,
“Bu gerçek, ıssız bir ortamda olsa da değışmez, binlerce kisi arasında da, GÜNAYDIIIIN”,
“Bana selam verip, nezaketen gülümsemenden daha insanca ne olabilir ki, GÜNAYDIIIIN”,
“Şu güzelliği insanca paylaşmaktan daha doğal ne olabilir ki, GÜNAYDIIIIN” demişlerdi.

Ve daha neler neler söylediler, bir bilseniz...

"Paranoyamla yüzleştim"

İçimdeki paranoyayla yüzleştim o gün.
Yanlış anlaşılabilir duygusuyla çevreme, çevremize ördüğümüz kalın duvarlara tosladım...
Acıdı...
Çok acıdı...

O paranoyanın hayatın her alanında, işte, sokakta, hatta evimizde bile bizleri nasıl sarıp sarmaladığının farkındalığı ve -asıl önemlisi- onsuz da yaşanabildiği gerçeği acıttı içimi.
O kalın duvarın olmadığı diyarlarda yaşamak; o ormanda, koşan, yürüyen 'insan'larla aynı havayı solumak istedim!
Ülkeme dönerken içselleştirilmiş bir doğallıkla ördüm yeniden aynı duvarları.
Ama bu kez farklı!
Aynı kalınlıkta olsalar da içinde barınan kişi artık başka türlü yaşanabildiği gerçeğinden haberdar...
Şimdi bu gerçeğin yaşattığı farkındalıkla tosluyorum o duvarlara...
Bilinçli bir toslama hali yani:)