17 Haziran 2010 Perşembe

GÖKSEL GÖKSU DA KİM?

gün oldu, yeter dedim; gün oldu yettiremedim.
yine de geçer dediklerim geçti, biter dediklerim bitti.
'yarına başlamak' için yola çıkanlardanım...
yanımdan, yanıbaşımdan yükselen seslere açık,
geride kalanlara sağır bu yürek...
ben kim miyim?
işte cevabı...

soğuk bir kış günüdür…
bir 5 kasım sabahı, istanbul bir bebeği kucaklar…
kasımpaşa’da doğduğu hastaneden alır ve ortaköy’e götürür bebeği.
istanbul’un kendine has kimliği olan semtlerindendir burası.
'göksel' koyar adını bebeğin…
ortaköy'de, cadde üstündeki ahşap bir eve yerleştirir.
çok güzel günler, yıllar geçirir o evde...
ve göksel, o evi de ortaköy'ü de onun tahmin ettiğinden daha çok sever.

günler günleri, haftalar haftaları, aylar ayları ve yıllar yılları kovalar.
göksel büyüdükçe mahallelinin de göksel’i olur.
ortaköy sahili onundur sanki!
salıncaklar onun salıncağı, deniz onun denizi, mahallenin yoğurtçusu bile onun yoğurtçusudur…
her gün yolunu gözler yoğurtçunun, o da bu bekleyişi karşılıksız bırakmaz ve her gün yoğurdun kaymağını göksel’in elinde tuttuğu çay tabağına doldurur…
bakmayın hala kendisinin-miş gibi hissettiğine siz: sonraki yıllar öğretecektir ona, o evin de, ortaköy'ün de, salıncakların, sahilin ve dahi yoğurtçunun da kendisine ait olmadığını...

yıllar geçtikçe ülkenin dört bir yanını keşfe çıkar…
bir gezgin gibi karış karış arşınlar ülkeyi; köy kent, dağ bayır demeden dolaşır durur.
dolaşırken arada öğrenimine de devam eder.
sonunda gider istanbul’unda bitirir üniversitesini ve jeoloji okur...
okur okumasına da asıl üniversitesi ankara anıttepe lisesi’dir onun için...
bambaşka bir yeri vardır gönlünde.
ankara'nın da en çok anıttepe'sini sever zaten.
o zamanlar jeolog olmayı planlamamıştı ama oldu.
iyi de oldu.
aslında gazeteci olmak kafasında bir saplantı, yüreğinde bir tutku haline dönüşmeseydi, mesleğini de severek icra edecekti…
ama yemedi içmedi, tutkusunun peşinden gitti ve gazeteci olmayı seçti.
iki aykırı meslek dalı…
pozitif bilimler dalında eğitim alıp da sosyal bilim formasyonu gerektiren bir alanda çalışınca zıtların birliği ilkesi bir kez de onun nezdinde kanıtlandı.
zıtlıkları da sevmeyi öğrendi böylelikle.
1998 yılından bu yana cnn türk’te muhabir olarak çalışmasını da buna borçlu.

daha önce, uzun yıllar yayıncılık, “rüstem batum’la 360 derece” programında yapımcılık, özel bir prodüksiyon şirketinde kısa metrajlı belgeseller hazırlamıştı hazırlamasına da bunların her biri gazeteciliğe giden yolda atılan adımlardı.

sonunda gazeteci oldu.
nazım alpman'ın ön ayak olması ve mehmet yılmaz'ın oluruyla radikal gazetesi’nde muhabirlik yapmaya başladığında 'rüya'sı gerçek olmuştu.
ucunda rüya olmasa kim kazandığı paranın yarısına razı olup da henüz adı bile konulmamış bir gazetede işe başlar ki?
o başladı ve iyi ki başladı.
önce çocuğun adı konuldu: radikal!
sonraki yıllarda radikal mi onun çocuğu olmuştu yoksa göksel'i mi radikal doğurdu bilen yok!

aslında ikinci çocuğu da cnn türk...
cnn türk'ün de henüz adı konulmamıştı o işe başladığında.
orada da ruşen çakır'ın önayak olması çiğdem anad ve ahmet sever'in oluruyla yepyeni bir sayfa açıldı hayatında.

şimdilerde hala 1998'de açılan o sayfanın boşluklarını dolduruyor.
haber yapıyor ve fırsat buldukça büyük bir keyifle haber belgeseller hazırlıyor...

mesela istanbul'da beklenen olası depremde genel kurmay başkanlığı ve 1. ordu komutanlığı'nın nasıl bir çalışma yaptığını ilk kez gözler önüne seren "deprem taburları"; terörle yoğrulmuş yıllarda köylerini boşaltmak ve bilmedikleri dünyalarda yaşamak zorunda kalanların topraklarına dönüş öykülerini anlatan "köye dönüş", bir dönemin güneydoğusu'nda işlenen faili meçhul cinayetleri olayın mağdurlarına, tanıklıklara ve belgelere dayandırarak anlatan "ölüm kuyuları"; başbakan tayyip erdoğan'ın çocukluk yıllarından başlayarak başbakanlığa uzanan yoldaki öyküsünü, milli görüş’ten, muhafazakar demokratlığa uzanan yolda dünüyle, bugünüyle recep tayyip erdoğan'ı, adalet ve kalkınma partisi’nin doğuşunu, “tek başına iktidar” adlı belgesellerde topladı.

gazetecilik yıllarında "iran'da kadın", "bağır komşuların duysun" başlıklı dizi yazıları ve cnn türk'te yayınlanan "biz de kadın hakkı istiyoruz" belgeseli ile şiddet mağduru kadınların sürdürdüğü yaşamları ve peçelerin altında başkaldıran iranlı kadınların görünmeyen yüzlerini aktardı.şiddetin baskısından kaçıp, soluğu sığınma evlerinde alan ve ölümün soğuk nefesini her an ensesinde hisseden kadınların içinde bulunduğu çıkmazı anlatan çok sayıda çalışmaya imza attı.

güneydoğu'da kaçırılan, uyuşturucuyla, hırsızlığa zorlanan, suça itilen çocukların dramını ele aldığı "güneydoğu'nun kayıp çocukları" belgeseli, 2006 sedat simavi ödülü "haber" kategorisinde övgüye değer bulundu.

2011 yılında ölüm "namlunun ucundaki kadınlar" adlı dizi haber ve haber belgeseli tgc başarı ödülleri'nde övgüye değer bulunurken, aynı yıl "hizbullah gerçeği" adlı dizi haber ve haber belgeseli de metin göktepe ödülü'ne layık görüldü. göksel göksu 2011'de mensubu bulunduğu kurum tarafından da nar ödülü'ne layık görüldü.

sırada şimdi bir başka rüya var...

çaba gerektiren uzun vadeli bir rüya...
o rüyayı gerçekleştiğinde göreceğiz.
kısa ve orta vadede gönlünde yatan, şimdilik yansıtıcı ağını daha da genişletmek.
ve haber ya da haber belgesellerle yansıtmaya çabaladığı tanıklıkların, habere sığmayan boyutlarını aktarabilmek.
bu blog belki de amaca giden yolda atılan ilk adım olacak.

bu adım konusunda beni cesaretlendiren sevgili fügen ünal şen'e ve başta daracık zamanlarında "teknoloji özürlü" arkadaşlarına -yani bana- mesai ayırıp yardım eli uzatan ve blogun oluşmasını sağlayan ayten ezentaş ve cüneyt göksu'ya olmak üzere destek veren tüm dostlarıma teşekkür etmeliyim.

bu pencerede bundan böyle başka mecralara taşıyamadığım yansımaları kimi zaman öykü, kimi zaman deneme kimi zaman da görüntülü olarak paylaşacağım sizlerle.
sonrasında da sizden gelecek yansımaların ışığında yol alacağım...
hadi rastgele!

RETAJ BEBEK YA DA FİLİSTİN'DE ÇOCUK OLMAK

çalıyorum kapınızı
teyze, amca, bir imza ver.
çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
nazım hikmet

GÖKSEL GÖKSU

adı: retaj seraj
doğum tarihi: 05.06.2010
doğum yeri: filistin

daha sekiz günlük…
sekiz gün önce açtı gözlerini, gazze’de ve silahların gölgesinde.
namlunun ucunda doğdu yani.
alevlerin ortasında…
doğduğu toprağın havasını bile soluyamadan küvezde buldu kendini.
soluk alıp vermekte zorlanıyor,
minik bedeni hızla morarıyordu.
oksijen verdiler, kim bilir hangi ülkenin havasıydı soluduğu.
annesiyle de anne sütüyle de tanışmadı henüz, tanışamadı.

“mavi bebek sendromu”ymuş bu!
doğumsal bir kalp anomalisi…
minicik akciğerine hayat verecek olan atadardamarında da darlık varmış…
kana yeterli oksijen gitmiyormuş bu yüzden…
oksijen gitmeyince de vücutta morarma baş gösteriyormuş.
mavi bebek sendromu demelerinin nedeni bu.
türüne göre değişirmiş görülme sıklığı,
binde bir, beş binde bir, on binde bir…
retaj bebeğin türü henüz belirlenmedi.
tedavisi mümkünmüş söylediklerine göre.
ama ambargo altındaki gazze’de kalsa, ölüm kaçınılmazdı.

ne yaman bir çelişki!

sağlıklı doğsa 'ölüm' yoldaşı olacaktı.
iyileştiğinde yine dönecek doğduğu bir avuç toprağa…
büyük ihtimal yaşlanacak zamanı bile olmayacak.
gazzeli çocuklardan farklı olarak ilk karşılaştığı araç ambulans oldu...
ama göreceği ikinci araç, soğuk namlusunun minik bedenine doğrultulduğu bir tank olacak.
“ambulans” olsa da bir uçağa bindiğini hatırlamayacak bile…
elma şekerini hiç göremeyecek, görecek olsa da elmayı kana bulamışlar sanacak.
babası ya da kardeşlerinden birinin bedeninden akan kan bulaşacak elma şekerine.
gerçek korkuyla tanışacak, annesinin eteklerine yapışacak.
annesi “gök gürlüyor” diyerek avutacak kızını.
‘savaşçı’ olmayı, savaşmayı öğrenecek!
yalnız tankla, topla değil, hayatla savaşacak.
ölümüne bir savaşın ortasında bulacak kendini.
gözlerindeki o çocuk bakışlara bulaşacak kan lekesi.
küçücükken büyüyecek,
şarapnel parçalarını, mermi kovanlarını belleyecek oyuncak diye.
sahici bebekler doğuracak toprağını kurtarmak için, oyuncak bebek bile al-a-madan eline.
retaj bebeğe anlatacaklar sağ kalanlar,
çocukların acımasızca öldüğü topraklarda onun nasıl olup da hayatta kalabildiğini…
ve kullanmak zorunda kalacağı ilaçlar ambargolu olacak.
ilaç bulamadığı için kimse uçak göndermeyecek o’na…
retaj bebeğin ölümü muhtemelen kansız olacak…

16 Haziran 2010 Çarşamba

KEKO'NUN HAYALİ


vakitlerden bir vakit,
gecelerden bir gece,
ve ormanlardan bir orman!
gecelerden gece olsa da gündüz gibi; ışıl ışıl etraf...
oysa yalnızca ayışığı var.
pırıl pırıl bir dolunayın aydınlığına teslim olmuş bir orman...

gecenin karanlığını delercesine bir ses yükseliyor ormanın derinliklerinden.
minik bir kız çocuğunun sesi bu!
ağlıyor.
ağlıyor ve susmuyor çocuk.
yatıştırıcı bir ses karışıyor çocuğun ağıdına,
annesi olsa gerek.

çocuk susmak bir yana avaz avaz bağırıyor artık...
yaşlı gözleri gökyüzüne çevrili...
minicik parmağı aydedeyi işaret ediyor,
"BEN AYDEDEYLE EVLENMEK İSTİYORUUUUUMMMMM"
anne hem gülüyor çocuğa hissettirmemeye çalışıp, hem "tamam kuzum" diyor, "evlen aydedeyle, bunda ağlayacak ne var?"
bakmayın siz aydedeyle evlenmek istemesine aslında gerçekçi bir çocuk o,
daha da çok ağlayarak "AMA NASIIIIILLL" deyip basıyor çığlığı,
"BEN BURADAYIM O ORADA, NASIL EVLENECEĞİZ?"
inanmıyor annesine...
annesi kucağına alıyor minik kızını,
aydedeye bakaaaa baka ıslak gözleri kapanıyor minik kızın.

x x x

oysa keko'nun kurabildiği en büyük hayal, depremde yıkılmayan bir ev!

x x x

aynı kız çocuğu.
yine ağlıyor.
şimdi de büyüyünce deniz kızı olmak istiyor.
ama üzüntüsü bu yüzden değil,
onu üzen, deniz kızı olduğunda artık denizde yaşayacak olması.
o zaman annesi ve babasından ayrılmak zorunda kalacak.
çünkü onlar artık büyükler ve isteselerde deniz kızı olamazlar.
nasıl görecek annesiyle babasını o zaman?
avaz avaz bağırarak sürdürüyor ağlamasını.
annesi yine yetişiyor imdadına,
"üzülme" diyor, "biz de iki katlı bir ev alırız. evin alt katı denizde olur, üst katında da biz yaşarız. ne zaman istersen görürsün bizi. ayrılmayız böylece"
önce hoşuna gidiyor bu fikir çocuğun.
ama sonra!
birden aklına deniz kızının ayaklarının olmadığı geliyor.
"deniz kızlarının kuyruğu olur. nasıl çıkarım merdivenleri ben. çıkamam ki!" diyor ve sürdürüyor ağlamasını.
hay allah!
annenin hızla bir çözüm üretmesi gerek...
"tamam" diyor anne "buldum..."
çocuk ıslak gözlerini çevirip umutla bakıyor gülümseyen yüzüne annesinin.
"asansör" diyor annesi, "asansörlü olur evimiz!"
"deniz kızının ayakları yok ama elleri var!"
"binersin asansöre ve düğmeye basıp gelirsin yanımıza her istediğinde"
ağlayan gözlerinde bir ışıltı beliriyor çocuğun.
başını yaslıyor annesine ve hayaline ulaşacak olmanın verdiği huzurla uykuya dalıyor.

x x x

keko deniz kızını biliyor mudur acaba?
o'nun en büyük hayali, depremde yıkılmayan bir ev!

x x x

küçük bir kız çocuğu bir hayal kuruyor...
hayali, uçan boynuzlu atların bulunduğu bir dünyada yaşamak.
öyle bir dünya ki, pembe bulutlar üzerine yerleştirilmiş!

x x x

keko pegasus'u da bilmiyor.
onun tek hayali depremde yıkılmayan bir ev.

x x x

annesi keko'nun hayalini anlatıyor kızına.
küçük kız şaşırıyor, "ne? bir ev mi?" diyor şaşkın yüz ifadesiyle, "onun evi yok mu?"
"yok" diyor annesi, "onun evi depremde yıkıldı"
"annesi de yok keko'nun" diye devam ediyor, "evleri yıkıldığında öldü o da!"
küçük kız "babası peki?" diye soruyor, "o hayatta" diyor annesi,
"babasıyla yaşıyor keko..."
rahatlıyor küçük kız sanki!

x x x

küçük kızın gözleri 23 nisan'da annesini arıyor.
annesi orada yok!
annesinin orada olduğunu hayal ediyor küçük kız.
ama olmuyor işte, herkesin annesi orda ama onunki yok!
oysa bu kendisinin de küçük bir aktörü olduğu ilk 23 Nisan...
gerçek dünyada hayal alemine yer yok!
üstelik çocuk olsan bile yok.
o bile anlıyor, hayal kuramaz oluyor.
küçük kız üzgün...
annesi de üzgün...

annesi yanına gelemeyecek kadar uzakta.
o, annesiz kalan keko'nun yanında olmak için kendi minik kızını annesiz bırakıyor!
küçük kız bu duruma anlam veremiyor!
keko da anlam veremiyor aslında.
o da kendi annesini istiyor yanında, küçük kız da...
iki çocuğun hayalleri de suya düşüyor...
iki çocuk da annesiz kutluyor çocuk bayramını.