6 Ağustos 2010 Cuma

SİLAHLARIN GÖLGESİNDE YAŞAM - 7


"ben turist zannetmiştim sizi, türk müydünüz?"
diye soruyor kontrol noktasındaki astsubay.
sıcak ve samimi konuşması.
kimlikler gbt (genel bilgi toplama) kontrolünden geçerken hem çay içiyor hem de sohbet ediyoruz...
tıpkı bizim gibi o da yabancısı bu toprağın, besbelli.
gülümseyen yüzüyle sürdürüyor konuşmasını, "hayrola? ne tarafa böyle?"

anlatıyoruz bir yandan ama benim aklım "turist" lafına takılıp kalıyor...
bu yoldan hakkari'ye sanırım dördüncü gidişim ve şimdiye dek ne ne şırnak'ta, ne hakkari'de ne çukurca'da ne yüksekova'da tek bir turiste rastlamadım!
değil yabancı, yerli turistin bile 'dur bir de şu çatışma bölgesini gezeyim' demeyeceği ve/veya diyemeyeceği bir yana; kimsenin elini kolunu sallayarak geçebileceği bir güzergah değil burası.
turist rotası kalemle çizilmiş kadar nettir.
diyarbakır, mardin, urfa, halfeti, nemrut, hasankeyf, hadi bilemedin gap yani güneydoğu anadolu projesi kapsamında yapılan atatürk barajı filan...
ama asla buralar, bu dağlar değil.
cizre'den doğuya uzanan yolda karşınıza çıkanlar eğer bu toprağa ait değilse asker, polis ya da bizim gibi habercidir...

yolda karşınıza çıkan benzin istasyonlarının bile tanıdık olanına rastlayamazsınız.
av-gaz, ak-pet, b-pet...
ne bp, ne shell, ne petrol ofisi ya da diğerleri...
hiç biri yok buralarda.
bu yüzden takılıyorum 'turist' lafına!

yine de sormaktan vazgeçiyorum astsubaya, kim bilir ne düşündü?
kimliklerimizi alıp, çay için teşekkür ettikten sonra yola koyuluyoruz yeniden.
telefonlar çekmiyor.
yol üzerindeki ilk yerleşim birimi şenoba.
şenoba girişindeki köprünün başında çekmeye başlayacak.
herkes kendini ayarlıyor, kim aranacaksa şenoba'dayken arayacak yola öyle devam edeceğiz.
çünkü bundan sonra hakkari'ye kadar böyle...
hat bir gelecek bir kesilecek ve sağlıklı iletişim kurmak mümkün olamayacak.

şenoba'dan sonraki yerleşim birimi hilal köy'ü.
işte bu köy benim için özel.
çünkü "gurbet kızım" var orada, onu görmem lazım.

3 - 4 yıl kadar önce yine bu köyde karşıma çıkmıştı ilk kez.
yine röportaj yapmaya çalışıyor, özellikle de kadınlarla konuşmak istiyordum.
ama çevremi saran kadınlardan hiç biri türkçe bilmiyor ve kamerayı görünce çil yavrusu gibi dağılıyordu.
tam o sırada yoksul köy evinin kapısında, ışıltılı bakışı, kendisine çok yakışan tebessümüyle bir kız belirdi...
lise 2'ye öğrencisiydi o zaman.
şırnak'ta yatılı okuyordu.

bülbül gibi şakımaya başladı karşımda.
köyün sorunlarını anlatarak başladı konuşmasına,
sonra ardı ardına neredeyse nefes almadan sürdürdü...
kadınlar, çocuklar, doktor ve öğretmen açığı, işsizlik...

ışıltılı yüzüne şaşkınlık içinde bakakalmıştım.
doğup büyüdüğü köyden bir kaç gömlek büyüktü söyledikleri.
sıra eğitime geldiğinde branş öğretmenlerinin olmayışından yakındı...
zorunlu hizmet için gelenler de bir yıl ya kalıyor ya kalmıyordu bölgede.
yolunu bulan kaçıp gidiyordu.
"sizce şırnak'taki öğrenciler geri zekalı oldukları için mi kazanamıyorlar üniversiteyi" dediğinde artık bu kızın peşini bırakmayacağımı anlamıştım!

öyle de oldu.
ne o beni ne de ben onu bırakamıyoruz o gün bu gündür.
bağımız hiç kopmadı.

gurbet'in haberi yok geleceğimden.
kim bilir nasıl şaşıracak:)
gurbet benek kızım benim o!
daha 19 yaşında.
babası yok.
tek ideali okumak ve meslek sahibi olmak.
dersaneye gitmesi gerekiyordu, gitti...
iki yıl yatılı okudu şırnak'ta...
tüm olumsuz koşullara rağmen başarılı bir öğrenci.
geçen yıl istediği bölümü kazanamayınca puanı düşmesin diye tercih yapmadı.
bu yıl yeniden girdi sınava.
turizm okumak istiyor.
kazanacak biliyorum...

evin kapısında belirdiğimde gözlerine inanamadı.
anneciğinin de, ağabeyinin de onun da eli ayağına dolaştı.
her taşını kendi elleriyle döşeyerek iki katlı bir ev yapmışlar, eski köy evinin yerine.
çaylarımızı koyduk önümüze ve başladık sohbete.

bölgede artan gerilimden o da etkilenmiş, nasıl etkilenmesin ki!
"bunun önüne ancak iktidar geçebilir, vekillerimiz geçebilir. ama meclise baktığımda öyle bir hava var ki, insan gerçekten utanıyor. o kadar basit sorunlarla uğrasıyorlar ki! birbirlerini çekiştirmeyi bırakıp biraz da bölge sorunlarına baksalar... sadece bu bölge için demiyorum her yerde artık olay çıkabiliyor" diyor.

bu köyden demokratik açılım tartışmaları izleniyor mu acaba?
merak ediyorum ve görüyorum ki, köy kent farketmiyor.
herkes her şeyin farkında.
"demokratik açılım sözde kalmış bir şey" diyor gurbet ve sürdürüyor konuşmasını:
"bunu bile polemiğe getirdiler. bir adım atılmalı insanlar ölmemeli. ben hümanist bir düşünceye sahibim. insan olması yeterli benim için insanlar ölmesin. pkk hiçbir şey önemli değil. hiç kimse durup dururken kötü yola düşmek istemez. bunun önüne bir an önce geçilmeli."

"kendimi yaşamak istiyorum"

kendisini yaşamak istediğini söylüyor gurbet.
insanın kendisini yaşaması nedir?
büyük laf!
bende bıraktığı etkinin farkında bile değil gurbet, sürdürüyor konuşmasını:
"hepimiz bunu istiyoruz, kendimizi yaşamak. hiç kimsenin farklı bir amacı yok. ben istanbul'da okumaktansa ailemin yanında okumak isterim. keşke burayada yatırım yapılsaydı, bizim de uğraşacağımız güzel şeyler olsaydı... milletin dağa çıkmak gibi bir amacı olmasaydı, bizdeki yol sadece dağa çıkmak olmasaydı! oturup konuşulduğunda bazen gençleri dinliyorum 'bu sefer de öss'yi kazanamadım. yapacak bir şey yok' diyorlar. çalışıyor çalışıyor adam ama olmuyor. hep daha karmaşık bir sınav çıkıyor önüne. onu görünce insan bıkıyor. tek çözüm yolu dağa çıkmak. sanki adam artık birşeylerden bıktı, usandı."

"eğitim koşulları iyleştirilse dağa çıkmalar azalır mı?" sorusuna,
"fabrikalar yapılsa, iş olanakları sunulsa... ben mesela kendi köyümden örnek vereyim, bahar aylarında iş olanakları olduğunda herkes birbiriyle o kadar zevk içinde yaşıyor ki. kışın millet birbirini çekiştirmekten başka birşey yapmıyor. bunun nedeni de uğraşacak birşeyin olmaması." cevabını veriyor.

sormaya devam ediyorum...
"dört bir yanınız dağlarla çevrili. yakın çevrende sürekli çatışma var. nasıl etkiliyor seni?"
"bundan biz de rahatsızlık duyuyoruz. insanlar ölmesin, mecliste daha verimli şeyler yapılsın. bence bunun zamanı geldi. kimse bilerek dağa çıkmıyor, kimse bilerek dağdakini öldürmüyor. iki taraf da bunu istemiyor. bence artık bir demokrasi, barış olmalı. bizim en çok özgürlüğe ihtiyacımız var. benim abim asker. 40 günü kaldı. her gün anlamadığım bir yerde çatışma yapılıyor. böle devam ederse geçmiş yıllardan daha kötü yıllara gideriz..."

"hayallerim engelleniyor"

hayal kuramıyor buradaki gençler.
gurbet de hayal kuramıyor.
bu duyguyu, "beni engelliyor, çevremi engelliyor, hayallerimi engelliyor, beni kısıtlıyor ve doğal olarak korkutuyor... yalnız beni değil bütün gençleri öyle. bizi burada mutlu edecek tek şey iş olanağıdır" sözleriyle ifade ediyor.

iş olanağı deyince kafamı gurbet'in ağabeyine çeviriyorum...
adı: salih...
kafamı çevirmemi beklermiş gibi atılıyor o da:
"işsizlik, huzursuzluk yıllardır bu bölgede çok büyük bir sancı. ben 38 yaşındayım bu güne kadar gün yüzü görmedim, bu güne kadar doğru dürüst yürüyen bir programım olmadı. bunun sebebi de burada yaşanan gerginlik, burda yaşanan huzursuzluk. bu huzursuzluğa hiç gerek yokken sağdan soldan dışardan içerden üretildi bu. asıl sebep işsizliktir... bu yörenin insanının çalışacak bir yeri yok. çalışacak bir ortamı, sahası yok."

gençlerin tek çaresinin dağa çıkmak olmadığını söylüyor salih benek. ve ekliyor, "ama gençlik tabi insanın kanı sıcaktır. olumlu düşünemiyorum, çaresizim denildiğinde sanki sadece o yol var."

geçmiş yıllara, 90'lı yıllara dönülmesi ihtimali de korkutuyor gurbet'in ağabeyini. içinden geçilen dönemin ne kadar kritik olduğuna dikkat çekiyor:
"umarım öyle bir şey olmaz ama şu an çok kritik dönemlere giriyoruz. bölgede yoğun çatışma sesleri, çok şey oluyor. biraz önlem alınsa anlaşmaya varılsa. oraya türkiye'nin geleceği için gönderdiğimiz insanların (milletvekillerini kastediyor) gelecek için orada olduklarını millete kanıtlamaları gerekiyor. buraya geldim sermaye aldım, maaşımı alacağım anlayışıyla değil de türkiye'nin huzuru için çalışmaları gerekiyor. bu şekilde giderse daha büyük kayıplara neden olacağını sanıyorum. bunun olmaması için büyük çalışmaların başlatılmasını istiyorum"

hilal köyü çok kayıp vermiş 90'lı yıllarda.
yüzlerce diye ifade ediyor verilen can kayıplarını.
"canların bir daha kaybedilmemesi için ortak çaba sarfedilmeli" diyor.

ayrılma vakti geldiğinde, sıkıca sarılıyoruz gurbet kızımla...
onunla ve kınalı kuzu anacığıyla.
"gurbet bizim değil senin kızındır artık" diyorlar bana, "elini eksik etme onun üstünden!"
"etmem" diyorum.
gurbet, dış dünyaya açılan aydınlık yüzü onların.
yanlnız onların değil,
hilal köyü'nün de aydınlık yüzü.
"yolda dikkat edin kendinize, hava kararmadan varmış olun hakkari'ye" diyerek uğurluyor bizi gurbet.

dedikleri doğru, vakit bir hayli geçmiş.
asker sevkiyatı yapan konvoyun arasından sıyrılıp, yola düşüyoruz yeniden.
uludere yolumuzun üzeri ama vakit kalmadı.
hava kararmadan hakkari'ye ulaşmamız gerek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder